Sorularla Tasavvuf Dervişlerin Halleri Ariflerden İnciler Manevi Gündem Hizmet - Denge Gönül Mekanları
2016-03-04 11:00:05 Yönetici 0 Yorum

HARRAN’IN SULTANI

Hayat B. Kays hazretleri

Pişmek için önce yanmak gerekir. Yanmak için önce ateş gerekir. Ateşe girmeden teslimiyet, en sevgili için yanmayı göze almadan samimiyet ortaya çıkıp anlaşılmaz. Teslimiyeti görmek için Hz. İbrahim aleyhisselamın toprağından geçmek, Hz. Eyüp aleyhisselamın sabrının sırrına ermek gerekir.

Peygamberler Şehri Şanlıurfa'da, yüreği yananlara sevgi yağmuru olup, çatlayan kalplere yudum yudum âb-ı hayat şerbeti sunan Hayât bin Kays el-Harrânî hazretlerinin, manevi huzuruna yol alıyoruz.

Şanlıurfa'nın Balıklı Göl'ünde, Şanlıurfalı çocukların şivesinden Nemrut ile Hz. İbrahim aleyhisselamın kısasını dinliyoruz. Hz. İbrahim'in makamında teslimiyetin abideleştiğini görüyoruz. Şanlıurfa kalesinde, mancınıkların gölgesinden Şanlıurfa'yı seyrediyoruz. Hz. Eyyüb peygamberin aleyhisselam, hastalanınca sabrın içinde yıllarca kaldığı mağaraya uğruyoruz. Sonra rotamız Harran…

Turkuaz mavisi örtülerin altına sığınmış, çekingen kadınların bakışları arasında, Harran Ovasını geçiyoruz. Su ile toprağın aşkının ne anlama geldiğini, uçsuz bucaksız Harran Ovası’na bakınca insan daha çok anlıyor. Suyun değdiği her yer, yeşiller giymiş bir geline dönüşüyor. Harran'ın susuz hali ile suya kavuşmasını görenler, su ile toprağın arasındaki aşkı daha iyi anlıyor.

Su, eskiden Harran'da hayata, aşka, kültüre ve medeniyete vesile olmuş. Ne zaman ki ırmaklar yatağını terk etmiş, medeniyetin boynu bükük kalmış. Suyun küstüğü bu topraklar, önce verimsizleşmiş, sonra da medeniyetin izleri silinmiş bir bir… Tarih kendi kaderine terk edilmiş bir bakıma…

Şimdilerde su, yeniden toprakla buluşunca, Harran'a bereket gelmiş. Arkasından da eski medeniyetin güzellikleri yeniden insanların ilgisini çekmeye başlamış.

Şanlıurfa'dan Harran 45 kilometre uzaklıkta. Şanlıurfa'nın etkisinden henüz kurtulmamışken, Harran'ın tesiri sarıyor yüreğimizi. Suyun topraktan uzakta olduğu zamanlarda, Çukurova'ya pamuk toplamaya giden köylüler, şimdi kendi tarlalarında, kendi pamuklarını topluyor.

Harran’ı farklı kılan iki şey

Harran Ovası’na hayat veren, onu diğerlerinden farklı kılan iki şey var. Su ve insanı yaşamın anlamına çağıran maneviyat fedaileri. Namını, yaşadığı Harran'dan alan Hayât bin Kays el-Harrânî Hazretleri…

Bu toprağın manevi Kevser çeşmesine varıyoruz. Umulur ki bu aşk dergâhından, herkese olduğu gibi bize de bir aşk şerbeti düşer diyoruz.

Asırlar öncesinden, 1100'lü yıllarda, Peygamberler şehrinin düzlüğündeki Harran'a yerleşen Harranî Hazretleri, burada insanlara yanmayı ve pişmeyi öğretmiş bir evliyadır. 1185 yılında vefat edene kadar, gönül dergâhına gelenler ilminin feyzinden istifade etmişlerdir.

Harran'da vefat edince, türbesi 1195 tarihinde, Harran surlarının kuzeybatı tarafında ve sur dışındaki mezarlığa inşa edilmiştir. Hz. İbrahim'in babası Azer (Tarah)'in de buraya defnedildiği söylenmektedir. Türbenin güneyine bitişik olarak camii bulunmaktadır.

Hayât bin Kays el-Harrânî Hazretleri adına yapılan camiye giriş, doğu cephedeki taç kapıdan olmaktadır. Kapı üzerindeki kitabede: “Bu meşhed'in (türbe) Hayat İbn-u Kays'ın oğlu Ömer'in emri ve kız kardeşinin oğlunun eliyle 592/1195 tarihinde yaptırıldığı” yazılıdır.

Bugün manevi makamını yüzlerce insan ziyaret etmekte, çoraklaşmış ruhları için rahmet deryasından bir katre manevi aşk iksiri ummaktalar. Biz bu makama gelen ne ilk, nede son kişiyiz. Bu makamdan herkes kendine düşen hissesini alıyor.

Hayât bin Kays el-Harrânî Hazretlerinin makamından ayrılıp Harran'ın tarihine, doğal güzelliğine dalıyoruz. Anadolu'da kurulan ilk üniversite olarak da bilinen Ulu Camii, bizi ilmin ve dinin arasındaki dayanışmanın önemine işaret edercesine, son kalıntıları ile ayakta karşılıyor.

Her yağmur yağdığında Harran'ı gül kokusunun sardığı, bunun sebebinindi Ulu Cami’nin harcında gül suyunun olduğu, yağmurda ıslanan harcın etrafa gül kokusu yaydığı söyleniyor.

Harran'ın dikkatimizi çeken güzelliklerinden birisi de Harran evleri. Başka yerde göremeyeceğimiz bu evler, Anadolu insanının iklim ve coğrafya şartlarına göre yaptıkları görülmeye değer yerlerden biri.

Eskiden içerisinden geçen iki ırmağın hayat verdiği Harran, suların çekilmesi ile beraber yeşili kurumuş, medeniyeti solmuş bir hazan bahçesine dönmüş. Suyun çekilmesi Hz. İbrahim'i yakmak için tutuşturulmuş bir ateş gibi Harran'ı çöle çevirmiş. GAP'ın bölgeye yeniden su getirmesi ile beraber, Harran yeniden yeşillerini giymiş, yeniden tarih ve kültür meraklılarının dikkatini çekmeyi başarmış.

Suya kavuşan Harran, doğal güzelliği ve tarihe gösterilen ilgi ile şimdilerde Hz. İbrahim'in manevi gül bahçelerine dönüşmüş. Harran, Harranlılara GAP’tan gelen su ve manevi dinamiklerden aldığı güç ile birlik-beraberlik içinde, serin ve esenlik günler yaşıyor.

Nasıl Gidilir?

Karayolu yada havayolu ile Şanlıurfa’ya gidilir. Balıklı Göl ve Hz. İbrahim aleyhisselamın makamı gezildikten sonra, Şanlıurfa'nın 44 kilometre güneydoğusundaki Harran’ın yoluna düşülür.


 

Hayat Bin Kays El-Harrânî Hz. ( ? - 1185 ) Kimdir?

Harran'da yetişen evliyanın büyüklerinden, ariflerin ileri gelenlerinden. Nesebi; Hayât bin Kays bin Kahhâl bin Sultan el-Ensârî el-Harrânî'dir. Urfa'ya bağlı Harran kazasında doğup yetiştiği için “Harranî” nisbeti ve "Şeyh’ül-Kıdve" lakabı ile meşhur oldu. Doğum tarihi bilinmemektedir.

İnsanlar ve bazı sultanlar, onu ziyaret edip duasını alırlar, onunla beraber olmakla bereketlenirlerdi. Yüksek hâllerin ve kerametlerin sâhibidir. Cömertliğiyle meşhurdur. 1185(H.581) yılında orada vefat etti. Harrân'ın dışına defnedildi. Kabri, ziyaretçilere açıktır.

Hayât bin Kays Hazretleri, büyük himmet sâhibi olup, yüksek makamlara kavuşmuştu. Keşif ve kerametleri, açık ve meydanda bir zât idi. Allah-u Teâlâ'ya yakınlık derecesi bakımından yüksek bir mevkide bulunuyordu. Hakikat ilimlerinde derin bilgisi vardı. Sayısız kerametleri yanında, hikmetlerle dolu, yüksek hakikatleri açıklayan sözleri çoktur.

Harranî Hazretleri, her yönden ilim ve hal sâhiplerine ışık tutmuş ve kendisine ilim, hâl ve zühd yönünden manevi reislik verilmiştir. Bu hususlarda, pek çok veli, kendi talebelerinin terbiyesini ona havale etmişler ve onun sâyesinde nice kimse makam ve hâl sâhibi olmuştu. Ondan sayısız kimse ders ve feyz almıştı. Yetiştirmiş olduğu talebeler, karanlık bir gecede parlayan yıldızlar misali, seçilmiş ve keramet ehli zatlardır.

Sultan Selahaddin de onu ziyaret ederdi

Evliyanın büyüklerinden birçoğu, onun hâllerini beğenip, söylediklerini tekrar etmişler ve birçok âlim de, onun büyüklüğünü her vesile ile dile getirmiştir. Âlim ve cahil, herkes ondan istifade etmiş, Harran halkının başı sıkıştığında ona başvurulmuştur. Meselâ Harran Ovası’nda, bazen günlerce suyun damlası bulunmaz olurdu. Halk, bunun çaresini bulmuştu. Hemen Hayât bin Kays Hazretlerine koşar, onun duasını alır, duasının himmet ve bereketiyle yağmur yağar, halk susuzluktan kurtulurdu.

Bu hususta onun faziletleri saymakla bitirilemez. Sultan Nûreddîn Zengî onu ziyaret edip, Hıristiyanlara karşı yaptığı cihadda azim ve gayretini kuvvetlendirince, onun muvaffak olması için dua ederdi. Sultan Selâhaddîn-i Eyyûbî de ziyaret eder, ondan dua isterdi. Duasını alarak yaptığı harbi kazanırdı.

Kerametlerinden bazıları

Hayât bin Kays el-Harrânî Hazretlerinin oğlu Ebû Hafs Ömer şöyle anlatır: “Şeyh Zagîb er-Rahâbî, babamın ziyaretine gelmişti. Babam ise sabah namazından sonra evinin kapısında oturmuş, kendi işi ile meşgul oluyordu. Zagîb er-Rahâbî gelip kapının diğer tarafına oturdu. Babam, onunla hiç konuşmadı.

Şeyh Zagîb, buna alındı ve içinden: “Tâ Rahâbe'den geldim de, bana hiç iltifat edip konuşmadı. Hiç böyle olur mu?” diye düşündü. Babam ona hemen şöyle seslendi: “Benim hakkımda kalbinden geçirdiğin şu itirazından dolayı, sana bir zarar geleceğinden korkuyorum. Bunun dış azalarında mı, yoksa iç âzâlarında mı meydana gelmesini istersin?" O da: “Dış azalarımda olsun” deyince, babam elini uzattı, o ânda gözlerinden bir tanesinin şekli değişip rahatsızlandı. Adam kalkıp hürmet gösterdi ve oradan ayrıldı ve memleketi olan Rahâbe'ye döndü.

Birkaç sene sonra, kendisine bir yerde tesadüf ettiğimde, gözünün iyileşmiş olduğunu gördüm. Sebebini sorunca: “Bir zikir halkasına iştirak ettim. Orada babanızın talebelerinden biri ile görüştüm. Ellerini hasta gözüme koyunca, hemen iyileşip eski hâline döndü” diye cevap verdi ve “O gün, baban benim gözüme parmağı ile işaret ettiği zaman kalb gözüm açılmış, onun feyzi ile birçok garip şeyler görmüştüm” dedi.

 

Harran'da bir câmi yapılıp, sıra mihraba gelince, kıble hususunda Hayât bin Kays Hazretleri ile câmiyi yapan zât arasında ihtilâf çıktı. Sonunda Hayât bin Kays ustaya: “Önüne bak, kıbleyi göreceksin!” buyurdu. O zât da, önüne baktığında Kâbe'yi karşısında gördü ve düşüp bayıldı.

Bir gün, Hayât bin Kays Hazretleri ile beraberindekiler, yolculuğa çıkmışlardı. Yorulunca, bir yerde dinlenmek istediler. Ümm-i Gâylân denilen bir ağacın altında istirahate çekildiler. Bir aralık hizmetçisi, Hayât bin Kays'a: “Ben, hurma yemek istiyorum” deyince ona: “Şu ağacı salla, hurma düşer ve yersin” buyurdu. Hizmetçi: “Bu ağaç Ümm-i Gâylân denilen bir ağaçtır, hurma ağacı değildir” dedi. Hayât bin Kays Hazretleri, “Ben sana o ağacı salla diyorum” deyince, hizmetçi ağacı sallamak zorunda kaldı. Ağacı sallayınca, misk gibi yaş hurma dökülüverdi. Dökülen hurmaları yediler, doydular ve sonra kalkıp gittiler.”

Ebû Abdullah el-Kureşî diyor ki: “Vefatlarından sonra kabirde, hayatlarındaki gibi kerametleri ve tasarrufları devam eden dört evliya gördüm. Bunlar; Ma'rûf-i Kerhî, Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî, Ukayl-i Münbecî ve Hayât bin Kays el-Harrânî Hazretleridir."

Hikmet dolu sözleri

Hikmetlerle dolu, kalblere tesir eden sözlerinden bâzıları şunlardır:

* Kalbinde, Allah korkusu bulundurmak ve sıddîklerin hâlleri ile hâllenmek isteyen kimse, her işinde sünnet-i seniyyeye yapışmalı, onu mutlaka yerine getirmeli ve helâl lokma yemelidir. İnsanın meleklik sıfatından mahrum olması; haram yemesi ve Allah-u Teâlâ'nın yarattıklarına eziyet etmesi sebebiyledir.

* Kalb yumuşaklığını, Allah adamı olan evliyanın sohbetlerine devam etmekte aramalıdır. Kalb nurunu da, sohbete olan gayreti devam ettirmede aramalıdır.

* Sadık talebenin alâmeti şudur: Bir ân bile, Rabbini zikretmekten, O'nu hatırlamaktan ayrılmamalı ve O'nun hakkını gözeterek, farz ve sünnetlere devam etmeli, dünyanın geçici zevklerinin sevgisini kalbe sokmayıp atmalı ve kalbinde daima Cenâb-ı Hakk'ın sevgisini bulundurmalıdır.

* Haramlardan sakın ve dünyaya düşkün olma. Zühde, ibadet etmek niyetiyle sarılmalı, yoksa kendisinin zühd sâhibi olduğunu gösterip, dünyalıklara kavuşmak için onu vesîle etmemelidir.

Muhabbet, yani Allah-u Teâlâyı sevmek, marifetin (yâni O'nu tanımanın) ve Hakk'a giden yolun en büyük nişanıdır. Bâkî, sonsuz var olan sevgiliye, muhabbet ile kavuşulur.

HASAN MAHİR

Yorumlar

Hiç yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

Yorum Yap

2016 Zümra İlim | All Rights Reversed.
Web Tasarım: Markalize