Parantez Hayat Sermayesi Kulluk Sanatı Yansımalar İnsan'a Doğru Tefekkür Bahçesi Fikir Meydanı Mihenk Taşı Kalbin Dili Mesneviden Hikayeler
2016-03-04 11:33:46 Yönetici 0 Yorum

MUSİBET MÜSLÜMANI ÜMİTSİZ EDEMEZ

Belaya uğratılmış iki farklı insan 

Adam, başına geleni öyle bir abartıyla anlatıyor ki, dinleyenler ondan daha büyük bir bela olmaz sanıyorlardı. Aynı derdi çeken bir başkası, bir başka yerde, başkalarına derdinden öyle mütevekkilane, öyle şükürle bahsediyordu ki, dinleyenler, “Ne sabırlı, ne dayanıklı, ne sadık bir kul…” diyerek, hayran oluyorlardı. 

Aynı musibete uğramış bu iki kul arasındaki fark, nereden kaynaklanıyor? 

Bu zihniyet farkıdır aslında ve iman şuuru meselesidir. Derdini zevk edinen adam bilir ki, dünya imtihan yeridir. İmtihan, mihnet demektir. Öyleyse biz, denenmek, sınanmak, mihnet çekmek ve kalitemizi göstermek üzere buradayız. Bu sebeple, bela ve musibet bizim için sürpriz olmamalı. Zira bela ve musibet, dünya imtihanının zorlu sorusudur. Bu ağır sorulara, kulluğumuzu unutmadan cevap verebilirsek, sorumluluğumuzu göstermiş oluruz. Bunu başaranlara ne mutlu! 

Biz kuluz, Yaratıcımızdan gelen her hale razıyız. Geleni önleyebilmek, zaten elimizde değil ama rıza ve teslimiyet gösterirsek, kulluğa yakışanı yapmış oluruz. Başımıza gelene isyan ve itiraz ise sadece gönderene sevgisiz ve saygısız olduğumuzu ispatlar; daima kırılmaya, çözülmeye, dağılmaya sebeptir. Musibete itiraz, insanın kendi başına açtığı asıl musibettir. 

Göndereni gerçekten bilenler, dertlerini Rabb-ı Rahim’den bir ilgi, sevgi ve iltifat saymışlar; bu sebeple de dertlerini zevk edinmişlerdir. Dertten, beladan, musibetten şikâyet etmeyi, Malik’inden, Sahibinden, Halık'ından şikâyet saymış ve daima “Kahrında hoş, lütfunda hoş” modunda olmuşlardır. Bazı büyükler de dert içinde dermanı görmüşler, Niyazi Mısri gibi; 

Derman arardım derdime
Derdim bana derman imiş 


Diye, haykırmışlardır. O kadar ki, belalar kesilince, “Rabbim, beni terk mi ettin?” diye sızlanmışlar, yanıp yakılmışlar. “Dosttan ne gelirse kerem o” demekten hiç vazgeçmemişler. Sabır kahramanı Hazreti Eyyûb aleyhisselam gibi, her acıya katlanıp muazzam bir tada, makama, Allah dostluğunda zirveye ulaşmışlar. 

Kula taşıyamayacağı yüklenmez

Biz, bu çağın insanları ise nazlanmayı seviyoruz. Çünkü bu dünyayı zevk, keyif, eğlence yeri sanıyoruz. Bu sebeple de keyfimizi bozan her zorlukta mızıkçılığımız tutuyor; “Neden bu belaya uğradım?” diyoruz. Kendimizi masum ve değerli görüyor, nefsimize kıyamıyor, bu yüzden de uğradığımız musibetlere kızıyoruz. Kendimizi hiçbir musibete müstahak görmüyoruz. 

Uğradığı belayı bu düşünceyle ağırlaştıran ve çekilmez hale getiren nice insan var. Onları dinlediğinizde, sanırsınız ki, dünyanın en büyük belası başlarında… “Taş düştüğü yerde ağırdır” ve tabii ki “Ateş düştüğü yeri yakar”. Ama unutmamalıyız ki, daima bizimkinden daha büyük bir dert vardır ve Allah hiç bir kuluna çekemeyeceği yükü yüklemez. Eğer bir bela dayanılmaz görünüyorsa bilelim ki, onu ağırlaştıran bizim hatalarımız ve yanlışlıklarımızdır. 

İslam Âlimlerimizden birisi, “Başınıza gelen her musibet, sizin kendi elinizle örgüleyip başınıza taktığınız bir külahtır” der. Dâhildeki asıl musibet, insanın kendisini günahsız sanmasıdır… Oysaki insan, hak ettiğini bilirse ya da hikmetine inanırsa musibete daha kolay katlanır. 

Musibeti hafifleştirmenin ve çekilebilir hale getirmenin en etkili yöntemlerinden biri de “Beterin beteri var” diye düşünmektir. Mesela, ayakkabısını çaldıran adam, ayaksız adamı görünce derdini unutuvermiş derler. Beterini düşünen, her derde karşı, “Buna da şükür” der. 

Halıyı döverler ki temizlensin diye…

Harici anlamdaki asıl musibet ise “Dine gelen musibettir.” İnancımıza, mukaddesatımıza vurulan darbeler, ne pahasına olursa olsun, gerçek bela ve musibet olarak bilinmeli ve mutlaka önlenmelidir. 

Derin bir gafletimiz de hep dünyayı ve dünyevi olanı dert etmek; manevi ve uhrevi musibetleri görmezlikten gelmek… Oysaki “Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur. ” Dünya sevgisini her sevginin önüne geçiren için bütün maddi kazançlar, bir yük, bir musibet, bir beladır. Bu yüzden, “Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı” der Yunus Emre…

“Çobanın sürüye attığı taş, baş yarmak için değil; güttüklerini harama bulaştırmamak içindir.” Bu amaç bilinirse zaman zaman taşın başa gelmesi ve verdiği acı, kolay hazmedilir ve derse dönüşür… 

“Halıyı döverler ki, temizlensin, kirden pastan, pisten arınsın…” Madeni ateşe atarlar ki cürufundan ayrılsın da cevheri ortaya çıksın… Askeri engelli koşuya sokarlar ki, antrenman olsun. Kulu da belalarla pişirirler ki, olgunlaşsın, kullukta derinleşsin… 


Bazen da dertler peş peşe, ardı ardına gelir ve hiç bitmeyecekmiş sanılır. Hâlbuki belanın çokluğu, kulun kuvvetini gösterir. Allah dağına göre kış verir. Tabii ki kışı şiddetli geçenin, baharı da bereketli gelir. Hz. Mevlana ne güzel der: “Bazen bitmek bilmeyen dertler, yağmur olur üstüne yağar, ama rengârenk gök kuşağı da yağmurdan sonra çıkar. ”

Bediüzzaman Said-i Nursi rahmetullahi aleyhi, belanın yüzüne gülmeyi teklif eder. Çünkü belanın yüzüne gülmek, onu da güldürür, tebessüm ettirir; tabii ki böylece onu tebeddül ettirir, yani değiştirir. Âşıksan Sevgiliden gelen bela, mihnet ve dert, devadır, şifadır, iltifattır. Böyle bilmezsen, aşkında samimi olmadığın belli olur. 

Aşkını ispatlamak isteyenler, çoğu zaman, aşk belasıyla hep yanmak, yanmak, yanmak ve aşk acısından hiç kurtulmamak istemişlerdir. 

Lütfu da hoştur kahrı da…

“Rabbim, Sen’den gelen başım gözüm üstüne” diyebilmek, Tevhid mertebesinde yücelmek demek… Aksi halde, hoşuna gidene “Evet”, acı gelene de “Hayır” dediği bir programın Sahibi’ne sadakat iddiası asılsızdır. Zira Ondan geleni, başkasına şikâyet etme ahmaklığına düşer. 

Kendisi gibi aciz kullara, Allah’tan geleni şikâyet etmek, basitliktir, ilkelliktir, ilkesizliktir. Zaten hiçbir faydası da yoktur. “Her şeyin anahtarı Onun elinde, her şeyin dizgini Onun iradesindedir. Her şey Onun emriyle halledilir.” Öyleyse başkalarına müracaat edip boşuna yorulmak, neden, niçin?

Hz. Mevlana der ki, “Dert çok, derman az. Sen, az ve sınırlı imkânınla, bütün dertlerini çözemezsin. Bu sebeple sen, dertlerinin de Sahibi olan Allah-u Zülcelâl ile aranı düzelt ki, Allah da bütün dertlerinle senin aranı düzeltsin.”

“Allah ile olunca, ömür de ölüm de hoştur.” Demek ki, dertler konusunda da bütün mesele, Allah ile olmaktır. Onu yegâne dost bilmek, yalnız Ona el ve gönül açmak, başka hiç kimseden yardım istememektir… 

Onunla olmuşluğun göstergesi, O’na kesin bir biçimde boyun eğmek ve şartsız itaatte bulunmaktır. Bu haldeki mümin, her an huzurdadır, aşk ve şevk ile huzurludur, mutludur. Zira Allah ve ahiret inancı, musibetlere karşı manevi bir kalkandır, belalara karşı liman, inançsızlıktan çıkan her derde karşı emniyetli bir seradır. 



Bu sebeple Hz. Mevlana, “Dert etme, dua et” der. 
Hakiki âşık, sevdiğinden gelen acı ile tatlıyı aynı görür, lütuf ile kahrı bir sayar. Bütün Allah dostları gibi şöyle şakır: 

Hoştur bana Senden gelen, 
Ya gonca gül yahut diken, 
Ya hilat ü yahut kefen, 
Lûtfun da hoş, kahrın da hoş!


Dünya bomba olup patlasa korkmazlar

Ya da Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri gibi, teslimiyete çağırır:

Hak şerleri hayr eyler 
Zannetme ki gayr eyler, 
Arif onu seyreyler, 
Allah görelim neyler, 
Neylerse güzel eyler. 


İşte, bu teslimiyetin adamı; Allah’a dönüp, “Benim büyük bir derdim var!” demez. Derdine dönüp, “Benim her şeye kadir kudret ve azamet sahibi Rabb’im var!” der. Böyle bir mümin, “Dünya bomba olup patlasa” korkmaz. “Ne dünya umurundan kazandığına mesrur; ne de kaybettiğine mahzun” olur. Ne refah ve ferah ile kendini kaybeder; ne de bela ve musibetle kahrolur. 

Her kemalden sonra, zeval vardır. Tamama eren tükenmeye başlar. Bela ve musibetler de böyledir. Bu bakımdan, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Bela şiddetini artır ki, felah günü yaklaşsın” buyurmuştur. 
Ay, gecenin en karanlık anında parlar. Rabbimiz de buyurur ki, “Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” Zorlukları kolaylıklar kovalar. 

Elbet doğar bir gün şems-i hakikat. 
Hiç böyle müebbet mi kalır zulmet-i âlem!


Şuurlu müslümanı hiçbir musibet ümitsiz edemez. Ümit, müminin Rabbine hüsn-ü zannıdır. Hep ümit içinde olan mümin, Hekimoğlu İsmail Ağabeyimiz gibi, “Derdimi seviyorum” der; derdinin talebesi olur. Zira “Atmacanın tasallutu, serçenin manevra kabiliyetini artırır.” Musibetler de bizi manen güçlendirir, direncimizi artırır, tasaffi ettirir. Saflaştırır, samimileştirir.

Bununla birlikte, başına gelen musibetten bunalan müslüman, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi hatırlamalı, çektiklerini düşünüp, teselli bulmalı. Çünkü Fahri Kâinat efendimizin çektikleri yanında, bizimkiler devede kulak kalır. 

Belanın en büyüğü, büyüklere gelmiştir. Onlar da bize, belaya karşı unutulmaması gereken harika sabır ve şükür dersleri vermişlerdir. 

VEHBİ VAKKASOĞLU

Yorumlar

Hiç yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

Yorum Yap

2016 Zümra İlim | All Rights Reversed.
Web Tasarım: Markalize