Parantez Hayat Sermayesi Kulluk Sanatı Yansımalar İnsan'a Doğru Tefekkür Bahçesi Fikir Meydanı Mihenk Taşı Kalbin Dili Mesneviden Hikayeler
2016-03-04 13:36:06 Yönetici 0 Yorum

BÖYLE GELMİŞ BÖYLE GİDER (Mİ?)

‘Öğrenilmiş çaresizlik’ten kurtulmak mümkün…

İki aşamalı bir deneyde, bir kafese beş maymun konur. Kafesin ortasına bir merdiven konur ve maymunların rahatlıkla ulaşabilecekleri şekilde tavana iple muzlar asılır. Maymunlar muza ulaşmak için merdivene çıktıklarında ise üzerlerine soğuk su dökülecek şekilde su kovası ayarlanır.

Maymunlar açtır. Kafesteki muzları gören maymunlar, tavandaki muzları yemek için merdivene çıkmak isterler. Her maymun, merdiveni çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde, üzerine bir kova soğuk su dökülür. Bütün maymunlar bu denemeler sonucunda sırılsıklam kalırlar. Bir süre sonra, muzlara hareketlenen maymunlar, diğerleri tarafından engellenmeye başlanır.

Deneyin ikinci aşamasına geçmek için su kovası iptal edilir ve içerdeki maymunlar sırasıyla dışarıdaki maymunlarla değiştirilir.

İçeri giren aç maymunun yapacağı ilk iş, muzlara ulaşmak için merdivenlere tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun tarafından engellenir. 

Tekrar teşebbüs etmeye kalkınca da diğer maymunlar tarafından güzelce dövülür. Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir. Kafese konan ikinci yeni maymun da merdivene ilk hareketinde engellenir ve güzelce dayağını yer. İkinci maymunu en istekli ve en şiddetli döven de kafese ilk giren yeni maymun olur. 

Islanmış maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir ve muzu yemek için yapacağı ilk hareketinde de cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin, yeni gelen maymunları niye dövdükleri konusunda hiçbir fikirleri yoktur. Son olarak ıslanan dördüncü ve beşincisi de yenilerle değiştirilir ve aynı akıbeti yaşarlar. 

Karınları aç ve tepelerinde muzlar asılı olduğu halde hiçbiri muzu almak için merdivene teşebbüs etmez. Çünkü maymunlar “Burada işler böyle gelmiş böyle gider...” diye düşünmektedirler. Yani, ilk maymunlar öğrenilmiş çaresizliği öğrenmişler ve sonraki maymunlara da öğretmişlerdir.

Peki, nedir bu öğrenilmiş çaresizlik?

Beş maymun hikâyesinde de olduğu gibi “Kişinin herhangi bir konuda çok sayıda başarısızlığa uğramasıdır.” Başka ifade ile “Ne yaparsa yapsın; sonucun değiştirilemeyeceğine inanma, acı tecrübe yaşama” demektir.

Toplumunuzda, öğrenilmiş çaresizlik içinde olanları anlayabileceğimiz ve onların sık kullandığı birçok cümle bulunmaktadır. İşte bunlardan bazıları: “Bu dünya böyle gelmiş böyle gider, dünyayı sen mi kurtaracaksın, ağzımla kuş tutsam yaranamıyorum, ne yapsam beğendiremiyorum, sen bu kafayla gidersen adam olmazsın, eski kafalı, cahile laf anlatmak deveye hendek anlatmaktan zor, salla başını al maaşını, kim gelirse gelsin başa hep aynı...”

Öğrenilmiş çaresizlik, aşağı yukarı hepimizin yaşantısında vardır. Buradaki sıkıntı, şartların ve zamanın değişmesine rağmen, değiştirme konusunda ön yargılarımızın devam etmesidir. 

Gençliğimizde vatanı, milleti kurtaracak ideal ve enerjimiz vardı; ama imkânımız yoktu. Şimdi ise vatan ve milleti kurtaracak imkâna sahibiz; fakat ideal ve enerjimiz yok. Yani öğrenmiş çaresiziz.

Elimde bir proje ile bu konuda sosyal statüsü yerinde birisiyle, projemin uygulanırlığı hakkında görüşüyordum. Sosyal statüsü yerinde olan bu yetkili kendinden beklenmeyecek bir şekilde: “Projen gerçekten çok güzel; fakat senin projen belki birilerinin yıllanmış rahatını bozabilir (sorumluluk alma adına), onlar da belki senin ayağını kaydırmaya çalışırlar. Dikkatli olmak gerekir.” dedi.

Projemiz yasal olduğundan, bizde de öğrenilmiş çaresizlik olmadığından, gerekli izinleri aldık ve projemizi gerçekleştirdik. Demek ki bu kişi, bulunduğu konumda kalmayı, öğrenilmiş çaresizliğe bağlamaktadır.

Kartal doğup, tavuk gibi yaşamak

Avcının biri dağa ava gider ve dağda bir kartal yuvasına rastlar. Yuvada bir tane kartal yumurtası olduğunu görür ve onu alır. Yumurtayı alarak evine gelen avcı, kümeste kuluçkaya yatmış tavuğun altına bu yumurtayı da koyar. Amaç bir de kartalının olmasıdır. Derken, 21 gün sonra yumurtadaki civcivlerle birlikte, avcının koyduğu yumurtadan da kartal çıkar.

 



Gel zaman git zaman, civcivler büyümeye başlamış. Bizim kartal yavrusu, kendisinin diğer kardeşlerinden farklı olduğunu düşünmeye başlar. İçinden “Ben kartalım” der; fakat kendisiyle alay edilmesinden korktuğu için bu düşüncesini hiç kimseye açamaz. Bir süre sonra, köyün üzerinde kartalların dolaştığını görür. Bizim küçük kartal uçan kartalları görünce kardeşlerine:
- Ben bir kartalım, der. Kardeşleri:
- Hayır, sen bir tavuksun; çünkü senin annen de kardeşlerin de tavuktur. Hem kartallar dağda yaşar ve havada uçarlar. Sense kümeste yaşayan ve uçmayan bir tavuksun, derler. 
Bizim küçük kartal da gücünün farkına varıp uçmayı denemek yerine, biz insanlar gibi öğrenilmiş çaresizlik içinde etrafın sözüne bakar. “Evet, ben bir tavuğum.” Diyerek, kartal olarak doğduğu bu dünyada tavuk olarak yaşamaya devam eder.

Düşündüğümüzde, bizlerin de buna benzer yaşantıları olduğunu görürüz. Gençliğimizde önce dünyayı kurtarmaya çalışırız; ama bunun zor olduğunu anlarız. Sonra ülkemizi, bunun da zor olduğunu anlarız. Sonra ilçemizi, köyümüzü derken ailemizi kurtarmaya çalışırız. Gelişimin sonunda, asıl kurtarılması gereken şeyin kendimiz olduğunu anlarız.

Oysa işe kendimizden başlamış olsaydık kendimizle birlikte kurtarılması gerekenleri de kurtarırdık. Hala elimizde zaman ve imkân olduğu halde, kendimiz için bir şeyler yapma gayreti içinde olmamamız da öğrenilmiş çaresizlik içinde olduğumuzu göstermektedir.

Bizler, bu dünyaya farklı yeteneklerle donatılarak gönderildiğimiz halde, bunu davranışsal olarak gösterememekteyiz.

Bizler, gücümüzün farkında olduğumuz halde sırf eleştirilecek, alay edilecek veya kabul görmeyecek diye duygu ve düşüncelerimizi açıklamaktan korkmaktayız.

Bulunduğumuz konumdan daha iyi bir konumda olmamız gerekirken, iç ve dış engeller yüzünden, gerçek konumumuza ulaşamamanın sıkıntısını çekmekteyiz.

Kartal doğup, kartal gibi yaşamak için hiçbir çaba göstermediğimiz zaman da bu dünyada tavuk gibi yaşamak zorunda kalıyoruz. Üzerimize serpilmiş ölü toprağını atmadığımız sürece, olmak istediğimiz şekilde değil de olunması istenilen şekilde yaşamak zorundayız.

Hayatta öğrenebildiğimiz tek şeyin öğrenilmiş çaresizlik olduğunu düşünürüz. Ben ne yaparsam yapayım, bu dünya böyle gelmiş böyle gider, diyerek yapmamız gerekenlerin de önüne geçer bizim öğrenilmiş çaresizliğimiz.

Oysa değişime önce düşüncelerimizden başlasak, çünkü düşünceler değişmedikçe ne biz değişiriz ne de davranışlarımız değişir. Ah düşüncelerimizin önündeki engelleri kaldırabilsek! Olmak istediğimiz “ben”le ve bulunmak istediğimiz konum içinde, içimizdeki engelleri bir kaldırabilsek, o zaman kendimizle başlayan değişim; ailemiz, köyümüz, ilçemiz, ülkemiz olarak devam edecektir.

Kartal olarak doğup kartal olarak yaşayabilmek için duygu, düşünce ve davranışlarımızın önüne geçen önce iç engelleri (öğrenilmiş çaresizlik) sonra dış engelleri (çevre ve toplumun yanlışları) aşmamız gerekiyor. Daha önce başarısız olduğumuz durumları imkân ve şartları gözden geçirerek tekrar denememiz gerekir. Denemekle kalmamak ve kararlılıkla devam etmek gerekmektedir.

Efendimizin hayatında yoktu!

Öğrenilmiş çaresizlik konusunda Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin hayatına birlikte bakalım. İslam'ı anlatırken hangi engellerle karşılaştı ve bu engellerin nasıl üstesinden geldi.

O bir peygamberdi ve Allah O’na yardım ediyordu diyebiliriz. Bu doğru; ancak bu dünyada en fazla sıkıntıları da peygamberlerin çektiğini bilmeyenimiz yoktur. 

Efendimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem her konuda olduğu gibi öğrenilmiş çaresizliği yenme konusunda da bize hayatıyla en güzel şekilde örnek olmuştur. İslam'ı anlatmak için bütün olumsuzluklara göğüs germiş, inandığını anlatma ve uygulamadaki kararlılığını davranışlarıyla bizlere göstermiştir. 

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin karşısına çıkan ve başına gelen olumsuzluklara birlikte bakalım:

Doğmadan iki ay önce babasını, altı yaşında annesini, sekiz yaşında da kendisini himaye eden dedesini kaybetti. Kırk yaşında Allah'ın emirlerini insanlara anlatmaya başlayınca Mekke müşrikleri saltanat ve rahatlarının bozulacağını düşünerek kendisine düşman oldu. İslam dinini anlatırken, en büyük düşmanı da amcası Ebu Leheb oldu. Bu konuda kendisine “deli-divane” dendi…

Mekke'nin ileri gelen iki Ömer'inden biri kendisini öldürmek istedi. Davası için memleketinden hicrete zorlanmakla beraber, hicret gecesi suikast düzenlenmeye çalışıldı. Başını getirenlere yüz deve vaat edildi.

Müşrikler tarafından kendisine ve kendisine inananlara üç yıl ambargo uygulandı. Ambargo esnasında kendisini himaye eden amcası Ebu Talib’i ve iki ay sonra biricik eşi Hz. Hatice'yi kaybetti. Yedi çocuğundan altısını, kendi elleriyle kabre koydu.

İslam dinini anlatmak için gittiği Taif'te, Taif'in ileri gelenleri tarafından halka ve çocuklara taşlatıldı. Uhut Savaşında dişi kırıldı, Hendek'te açlıktan karnına taş bağladı, Miraç'a çıkmasıyla alay edilmek istendi... Bunlar benim aklıma gelen ilk örneklerdir.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen ki -bu olumsuzluklar içine müşriklerin saldırıları, münafıkların sinsi hareketleri ve Yahudilerin düşmanlıklarını da katarsak hiç kimseden çekinmeden, bütün riskleri göze alarak, İslam dinini anlatmıştır. 

İslam'ı anlatmak için taşlandı, deli dendi, alay edildi velhasıl engellenmek için bütün olumsuzluklar karşısına çıkarıldı; fakat O sallallahu aleyhi vesellem “Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseniz ben bu davadan vazgeçmem” buyurmuşlar, vazgeçmemişlerdir. 

Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in başına gelenlerden hangisi acaba bizim başımıza gelmiştir?

İnandıklarımızı savunma ve doğru bildiğimiz yolda yürüme konusunda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) gibi olmalıyız. Bizler, her konuda olduğu gibi öğrenilmiş çaresizliği yenme konusunda da Peygamber Efendimizi sallallahu aleyhi vesellem örnek almalıyız.

MEHMET EMİN KARABACAK

Yorumlar

Hiç yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

Yorum Yap

2016 Zümra İlim | All Rights Reversed.
Web Tasarım: Markalize