Parantez Hayat Sermayesi Kulluk Sanatı Yansımalar İnsan'a Doğru Tefekkür Bahçesi Fikir Meydanı Mihenk Taşı Kalbin Dili Mesneviden Hikayeler
2016-03-16 11:42:19 Yönetici 0 Yorum

ÜMİTLERİMİ YİTİRMİŞ BİR GENÇ KIZIN HİKAYESİ

TAKDİM
Okuyacaklarınız, yaşanmış gerçek bir hikâyedir. Tevbe ile intiharın kıyısından dönen bir kardeşimizin öyküsü anlatılmaktadır. İbretlik...

Amaçsız geçen 23 yıl...

Serap ben. Ne günlerdi diyecek yaşta değilim. Ama 23'ncü yılında, adım gibi gerçek olmadığını düşündüğüm anlamsız bir hayatın sonuna geldim bugün...
Son günümdü bu gün; son kahvaltım. Gizli gizli başladığım sigara ile son muhabbetim. Yalnız geçireceğim son gece. Belki de gözlerimden düşen son damlalardı…

Yorgundum; saatlerce uçan bir göçmen kuş misali, takatim kalmamış konacak bir dal da bulamamıştım. Gideceğim yere de varamamıştım. Gerçi nereye gittiğimi de bilmiyordum ya.

Hayatımın 23'ncü yılındaydım. Başarılı bir kızın geri kalan 23 yılı. Moda ve tasarım bölümünün en karizmatik öğrencisi olarak, mezun oluyordum bu sene. Ama diplomamı bile alamayacaktım, sondu bu senem.

Son yarıyıl tatilimde işte yine koskocaman evimizde yalnızdım. Ev demek küçük kaldı sanki yedi odalı kocaman bir dubleksti çünkü. Ama sadece beş nefes alan canlının yaşadığı, soğuk bir yuvadan öte bir şey değildi benim için. Belki de onlara kızdığım için böyle düşünüyordum. 'Nefes alan canlı" diye onları nitelemek, rahatlattı mı ki beni? Hayır! Rahatlamamıştım. Sadece küçümsemek için söyledim sanırım.

Oysa benim için ne çok çaba harcamışlardı. Özel okullar da okutmuş, özel hocalardan her konuda ders almıştım. Dans, yoga, yüzme, bale, moda…
Her konuda iyi yetişmem gerekiyordu. Çünkü ben onların kızıydım. Evet, onların kızıydım ve onları temsilim mükemmel olmalıydı. Hiç bir davranışım onları mahcup edip, küçük düşürecek şekilde olmamalıydı. Bütün çabaları bunun üzerineydi…

Babam başarılı bir iş adamı; annem, kendi sosyal dünyasında ilerici-çağdaş, çevresinde saygı duyulan başarılı iş adamının arkasındaki kültürlü kadın rolünde bir hayat yaşıyordu.

Eee.. Ben de onların kızıydım sonuçta! Mükemmel bir ailenin, mükemmel olmaya şartlandırılmış 3 çocuğunun en büyüğü. Tabi benden sonra gelen iki kardeşinde örnek ablası... Ama işte sonunda pes etmiştim. Mükemmel kız, intihar ederek hayatının finalini yapacaktı o gün! İlkbahar ve yazın yorduğu bir yaprak misali, düşecektim dalımdan. Sonbaharın son yaprağı gibi mesela…

Yarıyıl tatili için gelmiştim, buz gibi yuvama. Aslına bakarsanız, çoğu zaman gelmezdim tatilde. Kendi arkadaşlarımla, kendi tatilimizi planlardık. Genelde yurtdışında, çılgın günler yaşardık. Alışveriş çılgınlığı adına, Paris ve Londra'ya giderdik. Bazen Alplerde bazen tropikal sahillerde anlamsız, adına çılgınlık dediğimiz mutluluklar yaşardık.

Para sorunumuz yoktu; canımız ne isterse yapar, ne istersek alabilirdik. Laf aramızda kredi kartlarımız çok itibarlıydı. Öylesine amaçsızca yaşıyorduk. Ama işte o kadar...

Üşüyordum yalnızlıktan...

Bu gün uyanınca, 'Son günüm olsun bugün' demiş ve son günümü yaşamaya karar vermiştim aslında. Bir nedenim var mıydı, bilmiyorum. Bu yarıyıl neden eve gelmiştim ki? Belki de aile olmak istemiştim. İçine girdiğim çıkmaz sokaklarda bana yol gösterecek, sıcak bir anne sohbetimiydi ki aradığım. Yoksa beni düştüğüm kapkaranlık kuyudan çekip çıkaracak, güçlü bir baba elimiydi aradığım. Bilemiyordum...

Ya da oksijensiz kalmış ciğerlerime çekeceğim, kardeş kokusuyla mı nefes alacaktım, bilemiyordum. Ama şunu çok iyi biliyordum ki beynimdeki, ruhumda ki, kalbimdeki bütün sorulara cevabım belliydi. Tek cevabım vardı; "Bilmiyorum."

Zaten İstanbul'dan geldiğimde evde hiç birini de bulamamıştım. Geleceğim gün aldığım telefonla, silik beklentilerim tükenmişti. Çünkü sevgili ailem, yarıyıl tatili için Fransa'ya gidecekti. Ben gelmeden uçup, gitmişlerdi.

Tabi ya, ben de çok gitmiştim. Televizyonda gördüğüm hayalimin kahramanları ile Disneyland'ta tanışmıştım. Oysa, yalandan ve hayalden ibaretti kahramanlarım benim. Ne acıydı ki bunu ancak 23 yıl sonra anlayabilmiştim. Hayatımın gerçek kahramanları olan aile fertlerimden çok, bunlarla ve özel ders aldığım hocalarımla vakit geçirmiştim.

Son kez bakıyordum o gün, kuğulu parkın nazlı nazlı yüzen kuğularına. Bu gün daha soğuktu Ankara. Acaba ben mi daha çok üşüyordum, yoksa kuğular mı? Soğuk suda süzülüşlerini karşıdan seyrederken, çokta belli olmuyordu. Birbirlerine doğru süzülerek yaklaşıyorlardı. Sonra küçük havuzun kenarından atılan bir simit parçasına doğru yöneldiler. Sonra tekrar birbirlerine doğru yaklaştılar ve uzun narin boyunlarını birbirine uzatarak sarıldılar…

Bir kez daha üşümüştüm. Ne zaman sıcak, samimi bir sarılış görsem üşürdüm aslında. Belki de içinde bulunduğum çıkmazın sebebi, o soğuk günlerden biriydi. Togay, nişanlım benim. Onunla tartışmıştık. Aramızda zaten bir süredir limoniydi. Benden uzaklaşmış, eskisi gibi ilgili değildi. Özlemiyor, bir araya geldiğimizde de uzaklaştığını hissediyordum.

O günde geldiğinde tartışmış ve en kötüsü aşağılanmıştım. "Sen kendini herkesin sevmek ya da ilgi göstermek zorunda olduğu biri sanıyorsun galiba" diyerek hakaretler etmiş ve güya ömür boyu birbirimize bağlı kalmak üzere parmağımıza taktığımız yüzüğü, yere çarparak uzaklaşmıştı. Oysa ne kadar da çok sevdiğini düşünürdüm beni. Yanılmıştım!

Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemedim. Yıkılmıştım adeta. Sığındığım son kalemdi Togay. Annem geldi aklıma. Arayıp ağlayarak, öfkeyle olanları anlatacağım başka kim olabilirdi ki? Tüm süreci, yaşadıklarımı anlatacaktım anneme. Aradım ama çokta müsait olmadığını, beni daha sonra arayacağını söyleyerek kapattı telefonu. Ha, 'Öptüm...' demeyi de ihmal etmedi.

Bir kez daha üşüdüm o gün. Bir annenin, evladından daha önemli neyi olabilirdi ki. Yoksa Togay'ın dediği mi doğruydu? Ben herkesin, beni sevmek zorunda olduğunu mu düşünüyordum. Ama o benim annemdi. Bana zaman ayırması gerekmez miydi? Bilmiyordum işte...

Uyuşturucu ve kötü arkadaş çevresi

O akşam gittiğim bar yabancı değildi. İlk o gece tanıştım uyuşturucuyla…

Her şeyden nefret ediyordum. Zaten içki, sigara içiyordum. Kendimi unutacak bir şey istedim ve esrar ile tanıştım ilk olarak. Çok zor değildi bulmam, etrafımda kullananlar vardı. O gün başladığım esrar ile girdim bu girdaba. Gene üşümüş ve ne yazık ki sıcaklığı, bir canavarın pençelerinde arama hatasına düşmüştüm. Hiç de farkında olmadan esrar, kokain ve nihayet eroine başlamış, esir olmuştum. Gün gün damarlarıma sızmışlar, beni esir etmişlerdi. Hayat devam ediyordu ama ben bitiyordum gün be gün. Artık bir bağımlıydım. Kimsenin farkında olmadığı bir bağımlı... Bir yılda herkesten yüz çevirmeye etmeye başlamıştım. Sonuç buydu.

Kuğular ayrılmış, seyredenleri hayran bırakacak şekilde süzülüyor, kendilerini görüntüleyen meraklılara pozlar veriyorlardı. Ama artık emindim; ben kuğulardan daha çok üşüyordum. Ruhum böyle üşürken, bedenimde üşümeye başlamıştı...

Karanlık çökmüş, parkın ışıkları otomobillerin farları yanmıştı. Son kez yürüyordum meşhur Tunalı Hilmi Caddesinde. Son kez bakıyordum sahte sohbetlerin yapıldığı, boş kahkahaların atıldığı, samimiyetsiz masaların etrafında oluşan dostluklara. Bilmem kaç defa oturmuştuk buralarda. Gülmek istiyor, korkudan gülemiyordum. Belki son kez, acı bir tebessüm ettim geçmişime.

Nasıl tebessüm etmeyeyim ki? Her toplandığımızda aramızda olmayanın dedikodusunu yapar, giyim kuşamından başlar, zevksizliğine geçer, her türlü aşağılamalar yaparak kahkahalar atardık. Oysa bir araya geldiğimiz zaman canciğer kuzu sarması insanlar oluyorduk. Kim bilir, benim arkamdan da neler konuşmuşlardı, neler yakıştırmışlardı bana. Aslında bunu çok önceleri anlamıştım. Ama çevrem yaşama alanım buydu. Bu hayatta doğmuştum ben. Başkaca bir hayatta yapamazdım ki. Sahip olduklarım da benim başka bir hayatı seçmeme engel oluyordu. Ne bulabilirdim ki ben de olmayan. İstemiyordum ya da vazgeçmek uzaklaşmak bana çok da zor geliyordu.

Kendimi hayatın akışına bırakmış, direnmek için gerekli manevi desteği de kimsede bulamamıştım. Beynim çözülemeyen düğümlerle dolu olduğu halde, eve girdim. Kocaman evde yapayalnızdım şimdi. Birilerini, bir şeyleri arar gibi salona göz gezdirdim. Sonra duvarda ki aynaya baktım. Gözaltlarımdaki morluklar olmasa güzeldim. Bakımlıydım, herkesin imrendiği bir güzelliğim vardı. Çok uzun değildim, ama kısa da sayılmazdım. Neden bilmem saçlarımı topladım. Sonra tekrar dağıttım. Bu kendime son bakışım, kendimle son ilgilenişimdi. Belki de korkudan gülümsedim kendime. Sonra tekrar baktım aynaya...

Kararımı vermiştim, esiri olduğum canavarın pençeleri, son kez damarlarıma sızacak ve karanlıklardan kurtulacaktım bu gece. Eroin ile son kez buluşup ümidimin tükendiği, gücümün bittiği, acılarımı artık hissetmediğim bedenimde ruhumda rahat edecekti. Altın vuruş yapacaktım... (Altın vuruş; ölmek için aşırı doz eroini şırınga ederek intihar teşebbüsünde bulunmak)

İki kitap bir dergi ile başlayan değişim

Aynanın önünde duran, poşete takıldı gözüm birden. Merak ettim. Dokundum sanırım, içinde kitap vardı. Çok okuyan biri değildim. İki kitap, bir dergi vardı. Örnek İnsan, Gelin Allah için birbirimizi sevelim ve Gülistan Dergisi...
  Dini içerikli yayınlardı. Bu konularda pek bilgim yoktu. Ailemde zaten bu konulardan uzak ve dini yaşantıya sahip bir aile değildi. Gerçi çevremde hemen herkes aynıydı. Okulda selamlaştığım namaz kılan birkaç kız vardı ama o kadar.

Sanırım bize temizliğe gelen Öznur abla unutmuştu bunları. Eşinden ayrılmış, ortaokula giden bir çocuğu ile yaşıyordu. Her gün gelir, işini yapar. Akşama da evine giderdi. Namaz kılan bir kadındı. Annem ona bazen kızar, ama işini çok iyi yaptığı için ve temiz bir kadın olduğu içinde göndermezdi. Arada 'Çocukların beynine, kendi köhne fikirlerini sokma, sakın!" diye ikaz eder, bizimle konuşmasına pek müsaade etmezdi.

Beni çok severdi, bunu hissederdim. Ama annemden çekindiği için benimle de pek konuşamazdı. Sadece bana dua ettiğini söylerdi namazlarında. Ben de teşekkür ederdim.

Kitabın ismi dikkatimi çekmişti. 'Allah için birbirini sevmek nasıl bir şeydi ki? Elimde kitap ve dergiler odama çıktım. Elimdeki kitabın sayfalarını karıştırarak, yatağıma uzandım. Burada son bulmalıydı her şey! Bir şey dikkatimi çekti sayfaları karıştırırken; "Kim Allahu Zülcelal ile arasını düzeltirse Allah da onunla diğer kullarının arasını düzeltir!"

Zaten, düğüm düğüm olan beynime bir soru daha zınk diye saplanmıştı. Daha önce kendime hiç sormadığım bir sorulardı bunlar; "Benim Allahu Zülcelal ile aram nasıldı acaba? Allah beni seviyor muydu? Ya da ben Allah'ı hakkıyla seviyor muydum? Müslüman'dım ama dinimden haberim yoktu.

'Boş ver' dedi, içimden bir ses. 'Zaten bu soruların hepsi bitecek, bırak elindekileri ve son kez buluş canavarınla' dedi. Ama 'Sor!' diyordu başka bir ses de. Soracaktım sorularımı ama ya cevabı? Bu nasıl bir şeydi ki. Allahu Zülcelal'i sevmenin anlamı neydi? Aman Allah'ım! Deli olacaktım. Şimdi de bu soruların cevapsızlığı kemirmeye başlamıştı içimi. Kitabı okumak istedim. Açtım sayfalarını tek tek...

İnsanın, bir yaradılış gayesi varmış. İlk bunu gördüm. Peki, benim neden bundan haberim yoktu? Benim yaradılış gayem neydi ki? Her şeyin benim için bittiğine karar verdiğim anda, bu içimi sızlatan sorular neydi? Okudukça içimdeki sorular arttı. Merakım artıyor cevapları bulmak için, okumaya devam ediyordum. Aç bir insanın yemeğe saldırması gibi bir şeydi bu sanki...

Sorular ve sorgulamalar...

Allahu Zülcelal'in nur verdiği kimseler kimdi?
Ve kendimi bulduğum o ayet; " Bir ölü iken kendisini dirilttiğimiz, ona insanların arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse; içinden çıkamaz bir halde karanlıklarda kalan kişi gibi olur mu hiç?" (En'âm; 122)
Dehşete düşmüştüm!

'Acaba bende kurtulabilir miydim?' diye sordum kendi kendime...

Bu soru ümit miydi bilmiyorum. Belki de ilk defa soruyordum, bu soruyu kendime. Tekrar hayata sarılıp, yaradılış gayeme uygun bir hayatım olabilir miydi? Ya bu güne kadar yaptıklarımın yükü, onları nasıl atacaktım? "Tevbe eden, hiç günah işlememiş gibi olur" hadisini okudum bu kez de. Her şeyin cevabı, kendiliğinden veriliyordu sanki...

Hemen Öznur ablayı aradım. 'Abla!' dedim, 'Kitapların kalmış. Okudum biraz...'

"Evet" dedi, unuttuğunu söyledi. Haftanın belirli günleri iştirak ettiği sohbette, hediye olarak vermişler kendisine. "İstersen sen de kalabilir" dedi. 'Abla, sana gelmek istiyorum' dedim. 'Kitapları okudum biraz, seninle konuşmam gerek!' dedim. Belki de çekinerek, "Tabii gelebilirsin" dedi. Hemen evine doğru yola çıktım. Kapıyı açtığında elinde Kur’an-ı Kerim, vardı. "Buyrun" dedi, ürkek bakışlarla. Kendi halinde döşenmiş, küçük fakat sıcaklığını benim bile hissettiğim bir evi vardı. "Sen otur, ben çay getireyim" dedi.

Bir an önce, içimdeki cevaplanması gereken soruları sormak için sabırsızlanıyordum, 'Gerek yok' dedim, dinlemedi. Mutfağa gidip çay getirdi. Sonra ona halimi özetledim ve 'İşte bu haldeyim abla' dedim. Benim de kurtulmam mümkün mü? diyerek gözlerimi boşluğa diktim…

"Nasıl, bu hale geldin sen Serap?" dedi. 'Gayem yoktu, abla' dedim. 'Sevgim yoktu. Yaratılış gayeme göre bir hayatım yoktu. Çünkü Allahu Zülcelal'i nasıl seveceğimden haberim bile yoktu' dedim. 'Bu durumdan nasıl kurtulacağım' dedim. "Tevbe ile" dedi. "Allah-u Zülcelal'i hakiki manada nasıl sevebilirim?" diye sordum.

Bana, Seyda Muhammed Konyevi Hazretlerinden bahsetti. Allahın veli bir kulu olduğunu, birçok insanın hidayetine vesile olmak için sohbetler yaptığını, insanların tevbelerinde durabilmeleri için Kur'an ve Sünnetten reçeteler sunduğunu, sürekli sohbetlerinde Allahu Zülcelal'i sevmenin ve itaat etmenin yollarını anlattığını söyledi. İşte sen de tevbe edersin ve kurtulursun. O Allah dostunun sohbetlerine katılarak da bu sorularına cevap bulabilirsin ve inşaallah kurtulursun bu halinden" dedi.

Saatlerce dinledim; Allah dostlarını ve onların Allah'a kulluk anlayışlarını, Allahu Zülcelal'in rızasını kazanmak için gösterdikleri gayrelerini ve itaatlerini… Onların insanlara Allah ‘ı hatırlattığını; Allah'ı kullara, kulları da Allahu Zülcelal'e sevdirmek için olan çabalarını, benim gibi insanların tevbe edip, şeytanın tasallutundan kurtulmaları için verdikleri mücadeleyi anlattı.

Sabahımı ve içinde bulunduğum anı düşünüyordum. Olanların gerçekliğine inanamıyordum. İçimdeki sorular, yavaş yavaş cevabını buluyordu sanki. İçim ferahlıyordu. Bunu hissediyordum. "Gel" dedi, "Beraber tevbe edelim inşaallah. Elimden tuttu. Ürperdim o an. Acaba başka şeylerde aradığım el bu el miydi?" diye düşünmeden edemedim.

"Söylediklerimi tekrar et" dedi. Ve "Ya Rabbi Ben Pişmanım… Bütün yapmış olduğum günahlarımdan. Keşke hiç yapmasaydım. İnşaallah bir daha ben yapmayacağım..."

Sonrasında içimden gelen bir coşku ile Öznur ablaya sarılarak ağlamaya başladım. Hıçkıra hıçkıra, ağlıyordum. Ağladıkça içimden bana ızdırab ve acı veren canavardan kurtuluyordum." Omuzlarımdaki yükün hafiflediğini, acılarımın tükendiğini hissediyordum. Ne kadar öyle kaldım bilmiyorum. Ama yaşadıklarım bir kurtuluşun, uçurumdan dönüşün sahneleriydi adeta. Ve bu sahnenin kahramanı bendim.

Ruhumda kopan fırtınalar diniyordu. Artık üşümüyordum… 'Allah beni sevmiş ve bir sevdiğine göndermiş' diye düşünüyordum. Sonradan öğrendim ki, Allah bir kulunu severse onu sevdikleriyle beraber edermiş…

Sabah ezanı okunmaya başlamıştı… Belki de defalarca okunan ezanı sanki ilk defa duyuyordum… Öznur abla, "Hadi bakalım Serap, kalkalım da Rabbimize şükredelim" dedi…

Tevbe ile hem intihar etmekten hem de uyuşturucu denilen esiri olduğum canavardan kurtulmuştum... Elhamdulillah...

BİLAL KOCA

Yorumlar

Hiç yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

Yorum Yap

2016 Zümra İlim | All Rights Reversed.
Web Tasarım: Markalize