Parantez Hayat Sermayesi Kulluk Sanatı Yansımalar İnsan'a Doğru Tefekkür Bahçesi Fikir Meydanı Mihenk Taşı Kalbin Dili Mesneviden Hikayeler
2016-03-16 13:10:38 Yönetici 0 Yorum

ŞİMDİ BİRLİK ZAMANI…

Afganistan hala kan ağlıyor!

İslam âleminin muhtelif coğrafyalarında yaşayan ve Müslümanların yaşadığı talihsizliği görebilen herkesin ortak özlemi; “Kardeş olmalıyız ama nasıl ve hangi esaslarda?”

Elli yedi parçaya bölünmüş ve her parçasında yaşayan insanımızın cehalet ve fakirlikle körelmiş gözlerle baktıkları, değerlendirmeye çalıştıkları bir İslam ümmeti, evet İslam âlemi, bu içler acısı haliyle ve ulusal kimlikleri ile, vahdeti ve ümmet bilincini nasıl yakalayacak?

Biz daha küçük bir çocukken; Afganistan, Sovyetlerin işgaline uğramış yerle bir edilmişti! Afganistan, zaten halkı ekonomik olarak çok fakir ve geri kalmış bir İslam coğrafyasıydı. Buna rağmen, Afgan halkı dağlara çıkarak, çok zor şartlarda Ruslara karşı mücadele etmişlerdi.

Orantısız bir gücü olmasına rağmen Sovyet Ordusu, hiç bir zaman rahat edemedi Afganistan'da. Mücadelenin önderleri de dağlardaydı; Gülbeddin Hikmetyar, Burhaneddin Rabbani, Sıbgatullah Müceddidi ve Efsane komutan Pencir Aslanı Ahmet Şah Mesut...

Türkiye'de “İslami” denilen basın hep onlardan yazardı. Allah-u Zülcelal'in onlara gözle görülür yardımları anlatılırdı. Bu gün, Afgan halkının çoğu, hala sürgünde ve perişan halde yaşamaktadır. Üstelik bu sefer onların, o efsane komutan ve liderleri yok başlarında. Ahmet Şah Mesut ve Burhaneddin Rabbani Taliban tarafından katledildi. Yani, ne Sovyetlerin ne de Amerika ve NATO’nun aşamadığı o iman gücünü, iç ihtilaflarda kaybettik!

Bu gün Afganistan’ın bir kısmı, NATO ve ABD’nin işgali altında, geriye kalan köşe bucak yerler de Suudi Arabistan'ın paralarıyla finanse edilen Taliban’ın elinde. Yani, Afganistan hala kan ağlıyor! ...

Suriye kan gölü, insanlar perişan!

Suriye’de 1982’de büyük bir katliam yaşandı. Kimi basın kuruluşları “50,000 insan öldürüldü” diye haber yapmışlardı. Hafız Esad tarafından Humus, Hama yerle bir edildi. Şimdi ise Hafız Esad'ın oğlu Beşşar Esed, kalan Müslüman ve mazlumları bitirmeye çalışıyor!

İşin garip tarafı, kendisini İslam Cumhuriyeti olarak tanıtan İran'ın ve İsrail’e karşı savaşırken tüm İslam âleminin sempatisini kazanmış olan Hizbullah adını kullanan savaşçıların yardımıyla bu katliam yaşanıyor!

Bu gün Suriye halkının büyük bir kısmı, yer değiştirmek ve yurtlarını terk ederek göç etmek zorunda bırakıldılar. Şu anda bir kısmı Ürdün'de, bazıları Irak'ta ve geriye kalan büyük bir kısmı ise Türkiye’de zor şartlarda hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bu kirli savaşta, ünlü âlim Said Ramazan el-Buti de şehit oldu.

Mısır'da zulüm ve direniş her zaman vardı

Mısır, coğrafi olarak bir Kuzey Afrika ülkesi olmasına rağmen, siyaseten önemli bir Ortadoğu ülkesidir. Osmanlı’nın yıkılışından sonra, hiç bir zaman kendi öz iradesiyle yönetilemedi ve her zaman karıştırıldı.

Yakın bir tarihe kadar "Mısır’ın Modern Firavunu" olarak bilinen Enver Sedat vardı başlarında. Onun zamanında yazıldı işkence destanları. Hasan el-Benna'nın kurucusu olduğu İhvan’ul-Müslimin mensuplarına neredeyse yapılmayan işkence ve zulüm kalmadı.

Kendi ülkesinin toprağı olan Sina Yarımadası, İsrail’in işgalinde olmasına rağmen, 17 Eylül 1978 tarihinde Jimmy Carter’ın gözetiminde, Menahem Begin ile Camp David anlaşmasını imzaladı. Anlaşma neticesinde, terörist İsrail devleti tanınmış oluyordu. Bu, İslam âlemine bariz, açık seçik en büyük ihanetti!

Enver Sedat, daha sonra bu ihanetinin cezasını canıyla ödedi. Halit İslambulî ve arkadaşları tarafından öldürüldü. Zalimlerin bir arada olduğu protokolü otomatik silahlarla tararken Hüsnü Mübarek masanın altına saklanmıştı. Biraz sonra karşısına dikilen Halit’le göz göze geldiğinde, adeta yalvarıyordu. Halit de onu öldürmedi. İlginçtir, daha sonra gizli eller tarafından Hüsnü Mübarek başa getirildi. İlk icraat olarak da Halit ve arkadaşlarını kurşuna dizdirdi.

Hüsnü Mübarek, tam bir firavun gibi Mısır’ı yaktı kavurdu. Dünyada belki ilk kez Mısır’da yakalanan muhalif kadınlar, tıpkı erkekler gibi işkencelere tabi tutuldular.

Şahsen, Hüsnü Mübarek döneminde askıya alınmış ve kendisine işkence yapılan bir kadının videosunu izlemiştim. Buna hiç bir yürek dayanmazdı sanırım...

Mısır halkı hiç bir zaman durmadı, mücadelesine devam etti. Hasan el-Benna ile başlayan şehitler silsilesine yenileri eklendi ama bu, onların İslam’a hizmet aşklarını hiç törpülemedi.

Mısır halkının yoğun gösterileri neticesinde, büyük can kayıpları vermelerine rağmen, Hüsnü Mübarek alaşağı edildi ve Mısır’da –şimdilik- yarım kalmış da olsa bir devrim gerçekleşti. Ve halkın ezici çoğunluğunun oylarıyla İhvan’il-Müslimin’den Muhammed Mursi devlet başkanlığına seçildi.

Müslümanların şu hakikati iyi bilmeleri lazım: Uluslararası Emperyalistlerin Müslümanların iktidarını engellemek için kullandıkları üç çeşit yöntemleri vardır: Birincisi; herhangi bir İslam ülkesinde, kendi kurdukları düzene muhalif olanlara baskı uygularlar. Daha olmadı, askeri darbelerle sistemlerinin ömrünü uzatırlar.

İkincisi; kendileri için tehlike addettikleri bir oluşumun içine girerler, tefrika kültürünü yayarlar ve davayı kötü savunurlar. Böylece halkın gözünde itibarsızlaştırırlar.

Üçüncüsü ise baktılar ki baş edemiyorlar, bu sefer iktidara gelmelerine müsaade ederler. Fakat sonrasında başarısız olmaları için ellerinden geleni yaparlar. Başarısız olunca da halkın gözünden düşürüp iktidardan alırlar. İşte, Mısır’da şu anda bu son kirli oyun oynanmaktadır maalesef!

Yani, Müslümanlar bilsinler ki, düşmanlarımız mert değil. Mısır’da da şu an aynı namertlik yaşanmakta ve namaz kılan halkın üzerine ateş açılabilmektedir. Halk ise ayakta… Rabbim onlara yardım etsin.

İslam Coğrafyası Paramparça

Irak'ta durum sandığımızdan da kötü... Ülke resmen üçe bölünmüş ve birbirlerine karşı kin ve nefret duyuyorlar. Körfez ülkelerinin hepsi sancılı... Suudi Arabistan ise elinde bulundurduğu Haremeynü'ş-Şerifeyn ile İslam âlemiyle adeta oynuyor.

İslam âleminde, güya Şia'ya karşı Ehl-i Sünneti savunmaya çalışırken, tamamıyla Emevi ve Harici anlayışı İslam âleminde intaç etmeye çalışıyor. Böylece İslam ümmetinin birliğini bozma noktasında, Şia'dan daha tehlikeli bir hal alıyor.

Mısır’da Suudilerin destekledikleri Selefilerin, son yıllarda binlerce çocuğa Yezit ismini vermeleri düşündürücüdür. Tarihin hiç bir döneminde Müslümanların arasında bulunan ihtilaflar, bu kadar hayat bulmadı. Tarih boyunca var olan tüm ihtilaf kültürü, yeniden güncellendi ve adeta şimdi birbirimizden öç alma zamanı gelmiş gibi bir durum var ortada. Suudi Arabistan'ın CIA ile beraber bu tür faaliyetleri yürüttükleri konuşulan bir hakikattir.

Orta ve Kuzey Afrika'da da durumumuz hiç iyi değil...

Geçen ay, Sreprenitsa katliamının yıl dönümüydü. Srebrenitsa'da, 1995 Temmuz’unda, 8 bin Müslüman, katledildi hem de Avrupa'nın orta yerinde. Şimdilerde ise Arakan Müslümanları toplu bir imha ile karşı karşıya...

 



Bangsamoro ve Mindanavo adalarında, yedi milyon Müslüman adeta kuşatılmış kamplarda yaşıyorlar.

Çeçenya'da son yirmi yılda, asrın en büyük katliamı yaşandı da katledilenler Müslüman olunca yine tüm dünya sessiz kaldı. İslam ülkeleri liderlerinin umurunda bile değildi sanki.

Ve Türkiye'de yaşanmış olanlar

İslam âleminin durumu özet olarak böyle, ya Türkiye'nin durumu çok mu iyi sanki? Ümmet esasıyla yönetilen bir imparatorluğun enkazı üzerinde yaşıyoruz. Sırtımızı İslam’a dönerek, doksan yıl bu ülkede yaşanmamış zülüm ve hakaret neredeyse yok gibidir.

I. Dünya savaşında eli silah tutan ne kadar erkek varsa çoğunlukla cephede şehit oldu, geride yaşlılar ve kadınlar kaldı fakat kimse bu olup bitene bir şey diyemedi. Zulümde o kadar ileri gidildi ki toplumun ne kadar manevi rehberi varsa ya asıldı ya da hapse atıldı. İskilipli Atıf Hoca'yı haksız yere astılar ve cenazesi dahi, namazı kılınmadan ve yıkanmadan Mamak çöplüğüne defnedildi.

Çare nedir, çözüm ne peki?

İslam coğrafyalarında müslümanların hali işte böyle… Peki, ne olacak bu halimiz, nasıl bir araya geleceğiz? Yeniden İslam'ın izzet ve şerefiyle ne zaman başımız dik ve onurluca bir hayatımız olacak. Aramızda var olan sorunlarımızı nasıl çözeceğiz? Bu kadar farklı ırklardan oluşan İslam ümmeti, nasıl kardeş olacak?

Nasıl olacağını konuşmadan önce, bu hale nasıl geldiğini biraz bilmek lazım aslında… Hiç şüphesiz, Müslümanların kendi aralarındaki itikadi ilişki kesildi. Akideden soyutlanmış basit bir inançtan başka bir şey kalmadı aralarında. Bir kısmı diğer bir kısmı için, hiç hoş olmayan şeyler söyler.

İnançları koruyacak ve halka doğru yolu gösterecek olan âlimler arasında bile olması gerektiği kadarıyla birlik ve fikir alışverişi yok. Bir Türkiyeli âlim, bırakın uzak bir bölgeyi, Ortadoğu'da bulunan bir âlimin halinden bile habersiz. Hindistan âlimleri, Afganistan’daki âlimlerin halinden anlamıyor. Fertler arasındaki özel yakınlıklar ve dostluklar bir tarafa bırakılırsa, toplumda hatta akrabalar arasında dahi genel bir birliğin olmadığını görüyoruz. Herkes yalnız kendine bakıyor ve sanki tek başına bir kâinatmış gibi yaşıyor!

Bu kopukluklar, vurdumduymaz tavırlar, aradaki ilişkiyi koparmalar yaygınlaştı. Hatta Müslümanların, dünyada nerelerde yaşadığını bile bilmemektedir insanlar. Aralarındaki ilişki öylesine kopuktur ki; ancak Hac sırasında kendileriyle aynı inançları paylaşan insanlar olduğunu öğreniyorlar.

Peki, ne yapmalı? Nasıl İslam'ın izzetli günlerindeki gibi bir araya gelebiliriz? Esasında bu konuda ne yapılması gerektiği hemen hemen her feraset sahibi Müslüman'ın rahatlıkla bileceği bir gerçek. Ama nedense basiretimiz köreldi.

Allah-u Teâlâ Kuran'ı Kerim'de şöyle buyurur: “Hep birlikte Allah'ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte, O'nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte, Allah size, ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz.” (Âl-i İmrân; 103) Bu ayette, ne yapmamız gerektiği ve kurtuluşumuzun ne olduğu açıkça beyan edilmiştir.
Müslümanlar yeniden Sahabelerin Müslümanlığı gibi onları ayrılığa düşüren tüm mezhebi, meşrebi kamplaşmalara son vermelidirler. Elbette, her Müslüman'ın mutlaka bir ırkı ve mezhebi vardır ama bu bir tefrika aracına dönüştürülmemelidir.

Müslümanların birbirlerini sevmeleri lazımdır. Birbirlerinin kusurlarına bakmadan sevmeli ve kardeş olmalıdırlar. Kendi cemaati ile sınırlı bir sevgi olmamalı bu; yeryüzündeki tüm Müslümanları sevmeli ve öz kardeşinden farklı görmemeli.

Cemaatimiz, tarikatımız, üstadımız bizim için tefrika ve ayrılık sebebi değil; aksine birliğimize vesile olmalıdır.

Yaşananlar yeter, ders almalıyız

Asırlardan beri yaşadığımız tecrübelerden öylesine açık bir ders alabilmeliyiz ki aynı hatalara tekrar düşmeyelim. Endülüs'te yaşadığımız katliam, Buhara ve Semerkand'da yaşadığımız soykırım, Filistin'de başımıza gelenler, Bosna'da, Çeçenistan'da ve adını bile sayamayacağımız dünyanın öbür ucunda Müslümanların yaşadıkları, evet bu yaşadıklarımız... Adam olmak için bu tecrübeler bize yeter de artar bile. Yeter ki yaşadığımız bu acı tecrübelerden ders alalım!

Yakınındakilere birlik eli uzatmak, uzakta bulunanlara davetçiler göndererek birlik sınırı içine almak; İslam milletine faydalı olacak işlere yine el birliği ile girişmek, hiçte zor değil! Hem böylece Allah’ın emri yerine getirilmiş olur.

Sünni-Alevi fitnesine dikkat

Özellikle bu günlerde, ülkemizde Sünni-Alevi ihtilafı körükleniyor. Bu kışkırtma ve muhtemel provokasyonlara herkesin çok dikkat etmesi, hayati önem taşıyor. Özellikle Üstad Bediüzzaman’ın şu çağrısına kulak vermeli:

“Ey Ehli Hak olan Ehli Sünnet vel-Cemaat ve ey Âl-i Beyt’in muhabbetini meslek ittihaz eden Aleviler! Siz kardeşsiniz. İhtilafı da bırakınız. Yoksa şu an kuvvetli bir şekilde hüküm eyleyen zendeka cereyanı (İslam düşmanları) birinizi diğerinin aleyhinde alet eder. Karşıdakini mağlup ettikten sonra da elindeki aleti de kırar.”

Yani, bu iki zümre, İslam düşmanlarının oyunlarına gelip çatışmaya düşerse bu durum İslam’ın gücünü zayıflatır. Ardından, İslam düşmanları, taraf tutup destek oldukları kesimi de etkisiz hale getirirler. Bu şekilde, sonuç olarak İslam’ın güçlenmesine engel olmuş olurlar.

Ümitsizliğe yer yok; Ümmet-i Muhammed inşaallah, İslam kardeşliği halkaları ile birbirine kenetlenmeye devam edecektir.
“Nihayet dönüş Allah’adır.” (Fâtır; 18)


MUHAMMED Z. YILDIZ

Yorumlar

Hiç yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

Yorum Yap

2016 Zümra İlim | All Rights Reversed.
Web Tasarım: Markalize