Parantez Hayat Sermayesi Kulluk Sanatı Yansımalar İnsan'a Doğru Tefekkür Bahçesi Fikir Meydanı Mihenk Taşı Kalbin Dili Mesneviden Hikayeler
2016-03-16 13:59:41 Yönetici 0 Yorum

HİZMET EDEN YÜKSELİR

‘Hizmet eden himmette nail olur’

İslam ahlakının esasını, Hak Teâlâ’ya aşk ve ihlas ile yönelişte; bu yönelişin en mühim nişanını da hiç şüphesiz “hizmet”te buluruz. Zira “Hizmet eden himmette nail olur” düsturunca hizmet, gönülleri ilahi zirvelere ulaştıracak müstesna ve ulvi bir basamaktır. Öyle bir basamak ki, ilahi vuslat ve sonsuz mükâfata mazhar olanların cümlesi, peygamberler ve evliya, hep bu basamağın üzerinde yükselmişlerdir. Yani ömürleri boyunca Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi veselemin: “Bir kavmin efendisi, onlara hizmetkâr olandır…” (Deylemî, Müsned, II, 324) hadis-i şerifinin müşahhas numuneleri olmuşlardır.

Buna göre, kullar için zirvelerin yolu ve ebediyet kazancı, samimi bir gönülle yapılan hizmetlerden geçmektedir. Öyle ki, yerine göre ilahi rızaya muvâfık küçük bir hizmet, nice nafile ibadetlerden üstün olabilmektedir. Nitekim sıcağın pek şiddetli olduğu bir seferde Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, uygun bir yerde konaklamışlardı. Sahabenin bir kısmı oruçlu, bir kısmı değildi. Oruçlu olmayanlarsa oruçlulara, abdest için su taşıdılar ve gölgelenecek çadırlar kurdular. Ancak iftar vakti olunca Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem: “Bugün, oruç tutmayanlar (daha fazla) ecre nail oldu”(Müslim, Sıyâm, 100-101) buyurdular.

Hizmetin bereketi ile yükselir insan…

Ümmetine böyle nice hizmet düsturları talim eden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, Kuba Mescidi ve Mescid-i Nebevî inşa edilirken, ashabının bütün ısrarlarına ve mâni olma gayretlerine rağmen, mübarek sırtlarında taş taşımışlardır. Varlık Nuru’nun bu yüksek tevazu ve hizmet ruhu, bütün ümmet için eşsiz bir numunedir. Esasen onun hayatı, baştan sona Hakk’a, insanlığa ve bütün mahlûkata hizmetle geçmiştir.

Dolayısıyla o mübarek varlığı kendilerine örnek alan bahtiyarların hayatlarında hizmet, en bariz vasıflardan biri olmaktadır. Yani her Hak aşığı ve Peygamber mecnunu olan gönül, ehl-i hizmettir. Ehl-i hizmet olanlar da gökteki ay ve güneşe benzerler. Bu keyfiyetiyle hizmet, bir taraftan başkalarına faydalı olmaya vesile olurken, diğer taraftan da gayret ve ihlasları nispetinde hizmet edenlerin yücelip yükselmelerini sağlar. Böylece kendilerine isabet eden faide, hizmetlerinde bulundukları kişilerden daha ziyadedir.

Diğer taraftan hizmet ehli, bir ırmak gibidir ki, uzun yollar boyunca bin bir canlıya; insana, hayvanâta, ağaca, güle, sünbüle, bülbüle vesile olarak akıp gider. Bu ırmağın varacağı menzilde Cenâb-ı Hakk’ın edebî vuslat deryasıdır. Bu hakikate aşina olanlar, halka padişah bile olsa kendilerini devamlı olarak hâdim, yani hizmetkâr olarak addetmişlerdir. Koca Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim Han’ın, mübarek beldeler, devletlerine emanet edilip de hutbede kendisi hakkında: “Hâkimü’l-Harameyni’ş-Şerifeyn (Mekke ve Medine’nin hâkimi)” denilince, yaşlı gözlerle imama itiraz edip: “Bilakis, Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerîfeyn (Mekke ve Medine’nin hizmetçisi) diye düzeltmesi de hep ulvî bir hizmet anlayışının ve kulluktaki asıl gayeyi idrakin bir tezahürüdür.

Nitekim Ubeydullâh Ahrar kuddise sirruhu, eriştiği mertebeyi hizmetinin bereketine atfederek -tahdîs-i nîmet kabîlinden- şöyle buyurmuştur: “Biz bu yoldaki mesafeleri, sadece tasavvuf kitaplarını okuyarak değil, okuduklarımızı imkân nispetinde tatbik etmek ve halka hizmetle katettik. Herkesi bir yoldan götürürler, bizi de hizmet yolundan götürürler.” Bu ise sadece bilmenin kâfi olmadığını ve bildiğini mutlaka hizmete dönüştürmek gerektiğini ifade etmektedir.

 

Hizmetin kabulü için şartlar vardır

Ancak yapılan hizmetin Hak katınca makbul olması, bazı şartları yerine getirmeye bağlıdır. Buna göre makbul bir hizmet; ihlâs, merhamet ve diğerkâmlık dolu bir gönülle bütün mahlûkata yönelmek suretiyle, Allah rızasının aranmasıdır. Yani hizmet, herhangi bir şahsi menfaat gözetmeksizin, samimi olarak yapılmalı ve onunla ahiret kazancı hedeflenmelidir. Böyle olduğu takdirde, hâdîs-i şerîfte bahsedilen bir “yarım hurma” dahi ebedi kurtuluşa vesile olur.

Ubeydullâh Ahrar Hazretleri anlatır: “Bir gün pazara gitmiştim. Bir kişi yanıma geldi ve:

- Açım, beni Allah rızası için doyurur musun? Dedi. O an, hiçbir imkânım yoktu. Sadece eski bir sarığım vardı. Bir aşhâneye girip aşçıya:

- Şu sarığımı al. Eski, ama temizdir. Bulaşıklarını kurularsın. Yalnız bunun mukabilinde şu aç insanı doyurur musun? Dedim. Aşçı, o fakire yemek verdi; sarığımı da bana iâde etmek istedi. Bütün ısrarlarına rağmen kabul etmedim. Kendim de aç olduğum halde, o fakir doyuncaya kadar bekledim.”

Ubeydullâh Ahrar Hazretleri, Cenâb-ı Hakk’ın lütfuyla sonradan büyük bir servete sahip oldu. Öyle ki, çiftliklerinde binlerce işçi çalışıyordu. Fakat o mübarek zât, buna rağmen hizmetten geri kalmadı. Manevi kemâlât yolunda, başlangıçlarından nihayetlerine kadar, tanıdıklarına ve tanımadıklarına yardım ve şefkatleri, sınır kabul etmez derecede büyüktü. Kendisi bu hizmetlerinden birini şöyle anlatır: “Sermerkant’ta Mevlânâ Kutubuddîn Medresesi’ndeki dört hastanın hizmetini üzerime almıştım. Hastalıkları arttığından, yataklarını kirletirlerdi. Ben onları elimle yıkayıp çamaşırlarını giydirirdim. Devamlı hizmet ettiğim için hastalıkları bana da sirayet etti ve yatağa düştüm. Fakat o halimle bile, testilerle su getirip hastaların altlarını temizlemeye, elbiselerini yıkamaya devam ettim.”


OSMAN NURİ TOPBAŞ

Yorumlar

Hiç yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

Yorum Yap

2016 Zümra İlim | All Rights Reversed.
Web Tasarım: Markalize