Parantez Hayat Sermayesi Kulluk Sanatı Yansımalar İnsan'a Doğru Tefekkür Bahçesi Fikir Meydanı Mihenk Taşı Kalbin Dili Mesneviden Hikayeler
2016-03-23 10:42:21 Yönetici 0 Yorum

BEDEVİ İLE FİLOZOF

Bir bedevi, devesine iki dolu çuval yüklemiş götürüyordu. Kendisi de iki çuvalın ortasına oturmuştu. Birisi yolda onu lâfa tuttu. Bedeviye yurdunu sordu, onu konuşturdu. Bu soruşturma ile güzel sözler söyledi, hoş ifadelerde bulundu. Ondan sonra bedeviye dedi ki: “Bu iki çuvalda ne var? Doğruca söyle!”
Bedevi, “Birinde buğday var, diğerinde kum, yiyecek bir şey değil!” dedi.
Filozof, “Neden kum yükledin?” diye sorunca,

Bedevi, “Buğday çuvalı tek kalmasın, kum çuvalı ona denk olsun diye” cevabını verdi.
Filozof, “Akıllılık etseydin de buğdayın yarısını bu çuvala, yarısını da öbür çuvala koysaydın daha iyi olmaz mıydı? Böylece hem çuvallar hafiflerdi, hem devenin yükü” dedi.

Bedevi bu fikri pek beğenip, “Ey akıllı ve hür fikirli hakîm (filozof)” dedi. “Böyle ince düşünce, böyle güzel görüş sahibi olduğun halde neden böyle çıplak haldesin, yaya yürüyor, yoruluyorsun?” O iyi kalpli bedevi, filozofa acıdı da onu deveye bindirmek istedi. Tekrar ona dedi ki: “Ey güzel sözlü filozof, birazcık kendi halinden bahset. Böyle bir akılla, böyle bir yeterlilikle sen ya vezirsin, ya padişah. Kendini gizleme, doğru söyle!”

Filozof dedi ki: “İkisi de değilim. Ben halktan biriyim. Hâlime, elbiseme baksana!”
Bedevi, “Kaç deven, kaç öküzün var?” diye sordu.
Filozof, “Uzun etme! Ne ona sahibim, ne buna!” cevabını verdi.
Bedevi, “Bari dükkânındaki mal ne, sermayen nedir, onu söyle!” dedi.
Filozof dedi ki: “Benim ne dükkânım var ne de mekânım.”
Bedevi, “Öyleyse nakdini (paranı) sorayım; ne kadar nakdin var? Sen yapayalnız gidiyorsun, hoş nasihatlerde bulunuyorsun. Herhalde dünyadaki bakırları altın haline getirecek kimya sendedir. Aklın ve ilmin cevheri sende kat kattır” dedi.

Filozof, “Ey Arap kavminin iftiharı! Vallahi bütün varım yoğum, bir akşam yemeğinin karşılığı bile değildir. Yalınayak, başıkabak koşup duruyorum. Kim bir dilim ekmek verirse oraya gidiyorum. Bu kadar hikmet, fazilet ve hünerden ancak hayal ve baş ağrısı elde ettim” deyince,

Bedevi dedi ki: “Yürü, yanımdan uzaklaş! Senin uğursuzluğun benim başıma da çökmesin. O uğursuz hikmetini benden uzaklaştır. Senin sözlerin, zamane halkına uğursuzdur. Ya sen o yana git, ya ben bu yana gideyim. Yahut sen önden yürü, ben arkadan yürüyeyim. Bir çuvalımda buğday, öbüründe kum olması, senin hikmetinden daha iyi be hayırsız! Benim ahmaklığım, çok mübarek bir ahmaklık. Çünkü gönlümde azıklı/kanaatkâr, canım takvalı. Sen de şekavetin, bedbahtlığın azalmasını istiyorsan, çalış çabala da sendeki felsefî düşünceler azalsın.”

Tabiattan ve hayalden doğan hikmet (felsefî düşünceler), celâl sahibi Allah’ın nurunun feyzinden nasipsiz bir hikmettir. Dünya hikmeti (felsefe), zannı ve şüpheyi artırır. Fakat din hikmeti ise insanı göklerin üstüne çıkarır, ötelere yüceltir.
Âhir zamanın zeki ancak hakîr filozofları, kendilerini öncekilerden üstün görürler. Hileler öğrenip ortaya atılırlar. Dine aykırı fikirler ile Hak bilginlerini üzerler. Onlar, ne akıl almaz işler, düzenler peşinde koşarlar! Asıl kâr ve manevî kazanç iksiri olan sabrı, ihsanı, cömertliği kaybederler.

Fikir ona derler ki bir yol açsın. Yol ona derler ki önüne bir padişah çıkagelsin. Padişah ona derler ki kendiliğinden padişah olsun; hazinelerle, askerlerle değil. Zira kendiliğinden padişah olursa padişahlığı, Hz. Ahmed’in pâk dininin yüceliği gibi ebedîdir. (Mesnevî-i Şerif, Cilt: II, beyit nu: 3178-3209)

İBRETLER – DERSLER

1- Allah yolunda ilim önemlidir:
İlmin önemi hakkında Yüce Allah ve O’nun Elçisi şöyle buyurmuşlardır:
“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akl-ı selim sahipleri ibret ve öğüt alır.” (39/Zümer, 8-9) “Allah içinizden iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir.” (58/Mücâdele, 11)
“Kim ilim tahsiline yönelirse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır. Melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde bulunanlar, hatta suyun içindeki balıklar bile âlim için Allah'tan mağfiret dilerler. Âlimin âbide karşı üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler altın ve gümüş miras bırakmazlar; sadece ilmi miras bırakırlar. O mirası alan kimse, bol nasip ve kısmet almış olur.” (Ebû Dâvûd, İlim, 1; Tirmizî, İlim, 19)
Yüce Allah, Peygamberimizden “Rabbim ilmimi artır” (20/Tâhâ, 114) diye dua etmesini istemiştir. Bu manada Peygamber Efendimiz de; “Allah’a yaklaştıracak bir ilim öğrenmeksizin geçen günde, benim için hayır yoktur.” (Ali el-Müttaki, Kenzu’l-ummal, X, 136) sözüyle ilahî emre icabet ettiğini göstermiştir. Aynı hadis, ilmin hedefinin Allah’a yaklaşmak olduğuna da işaret etmektedir.
“… Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) korkar….” (35/Fatır, 28) âyetine göre ilim, kişide Allah’ın emirlerine itaat ve yasaklarından kaçınma hassasiyetini artırır.

2- Kişinin sözü ile ameli, kaali ile hâli birbirine uygun olmalıdır:
Hikayede bedevi, filozofu, bilgisinin ona hiçbir faydası olmadığı konusunda eleştirmektedir.
Yüce Allah şöyle buyurur: “Siz kendinizi unutarak diğer insanlara iyiliği/erdemli olmayı mı öğütlüyorsunuz? Hem de ilahî kelamı okuyup durduğunuz halde? Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız?” (2/Bakara, 44) “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük gazaba sebep olur.” (61/Saf, 2-3)
Peygamberimiz bu hakikati şu örneklerle açıklamıştır: “Kıyamet günü bir adam getirilir ve cehennem ateşine atılır. Bağırsakları karnından dışarı çıkar ve onlarla birlikte değirmen döndüren merkeb gibi döner durur. Cehennem halkı onun yanına toplanırlar ve derler ki: “Ey filan! Sana ne oldu? Sen iyiliği emredip kötülükten nehyetmez miydin?” O kişi de: “Evet, iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım, münkerden nehyederdim, fakat kendim yapardım”, der.” (Buhârî, Bed’ül-halk 10; Müslim, Zühd 51. Riyazü’s-Salihin. hadis nu: 200) “İsra (Mirac) gecesi bir topluluğun tanından geçtim; ateşten makaslarla dudakları kesiliyordu. ‘Bunlar kimlerdir ey Cibril?’ diye sordum. ‘Bunlar ümmetinin söylediklerini yapmayan hatipleridir’ cevabını verdi.” (Buhârî, Bed’ul-Halk 10, Fiten 17; Müslim, Zühd 51)
Ziya Paşa’nın (ö. 1880),
Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât
Bin türlü teseyyüb bulunur hânelerinde
ve
Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde
sözleri de söz-amel, kal-hâl uyumsuzluğunu eleştirmektedir.

 


3- Kişi marifetullaha, muhabbetullaha, manevî makamlara, hallere, hâsılı tasavvufî hayata ve hakikatlere dair her ne söylerse söylesin, eğer o kişide, sözünü ettiği gibi bir yaşantı, ibadet, amel ve hâl yoksa ona tâbi olunmaz ve intisap edilmez. Nitekim, “Salâh olmadan ıslâh, reşâd olmadan irşâd olmaz” denilmiştir.

4- “Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya vesile arayın ve yolunda mücahede edin ki kurtuluşa eresiniz.” (5/Maide, 35) buyuran Yüce Allah, kendisinin bilinme, sevilme ve kendisine yaklaşılma yollarını da açıklamıştır. Allah’a ancak O’nun belirttiği yol ve yöntemle yakınlaşılabilir. Allah’ın Elçisi’nin Sünnet’inde ve Allah’ın kelamı Kur’an’da bu bilgiler bulunmaktadır.

Peygamber Efendimiz (sav) tasavvufi yolda hakiki mürşid, örnek ve referanstır. (33/Ahzab, 21; 3/Âl-i İmran, 31) Yüce Allah’ın açıkladığı üzere Kur’an, tasavvufi yolda referans kaynağı ve Allah’a ulaştırıcı bir sebeptir. (10/Yunus, 57) Kur’an ve Sünnet’te belirtilen farz ve nafileler Allah’a yaklaştırıcı amellerdir. (Buhârî, Rikak 38. Kütüb-i Sitte, hadis nu: 4663)
“Tahsîl-i kemâlât, kem âlât ile olmaz.” denilmiştir. Kur’an ve Sünnet’e aykırı görüş ve uygulamaları olan kişi ve kurumlara, Allah’a yaklaşmak niyetiyle de olsa tabi olunamaz. (bkz. 39/Zümer, 1-3)

5- Gerçek hikmet, felsefe değil, tasavvuftur:
Hz. Mevlânâ hikayeyi naklettikten sonra hikmetin önemi ve gerçek hikmetin ne olduğu hakkında açıklamalarda bulunmuştur.
Arapça bir kelime olan hikmet, “Söz ve davranışta tam ve eksiksiz isabet” olarak değerlendirilir. Bir konuya ilişkin öne sürülen görüş veya söz, kapsamında olan gerçeğe tam bir uygunluk gösteriyorsa, bu söz hikmetli söz olur. Ancak bu sözün eylem (amel) ile de doğrulanması gerekir. Çünkü teorik İle pratik birebir tekabül etmedikçe, hikmetin elde edilmesi veya tezahürü mümkün olmaz.
Salt akıl yolu izlenerek ve kesbî olarak elde edilmeye çalışılan hikmete “Felsefe”, kalp yolu izlenerek ve vehbî olarak kavuşulan hikmete ise “Tasavvuf” denilir. Yüce Allah, Kur’an’da hikmetin “Allah tarafından verilen” bir özellik olduğunu belirtir: “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.” (2/Bakara, 269)

Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin (ks) ifadesiyle; “gerçek hikmet, tasavvuftur.” (Fütûhât-ı Mekkiyye, II, 164) Çünkü felsefe gerçekte, mânevî erdemleri elde etmeye mâtuf hâl ve hareketleri vasıtasıyla marifetin bütünlüğünü tamamlayan bir unsur idi. Fakat sonraları salt teorik bilgilerle sınırlı hâle geldi. Mânevî tekâmülden soyutlandı ve aklın (intellect) tahdit edilmesi suretiyle, beşerî akla indirgendi. (Seyyid Hüseyin Nasr, İslam’da Bilim ve Medeniyet, çev. Nabi Avcı-Kasım Turhan-Ahmet Ünal, İstanbul: İnsan yayınları, 1991, s. 335)

6- Allah’ı bilmek ve O’na yaklaşmak akıl ile değil kalple, felsefe ile değil tasavvufla mümkündür:
Hz. Mevlânâ bu hikayede felsefeyi “dünya hikmeti”, tasavvuf ve irfanı ise “din hikmeti” olarak adlandırmıştır. Din hikmetinin insanı yücelteceğine, dünya hikmetinin ise Allah’a yaklaştıramayacağına, bilakis zan ve şüpheyi artıracağına dikkat çekmektedir.

XIX. asır şâirlerinden Şeyh Vasfî’nin,
Feylesofun kendisi nâ-kabil-i ıslâh iken
Kalkar ıslâh etmeye zu’munca hâl-i âlemi
sözünde dile getirdiği hakikati fark eden İbn Sina (ö.1037), Gazalî (ö.1111) ve Fahreddin Râzî (ö. ) gibi âlimler, ömürlerinin sonlarına doğru kelam ve felsefe yolundan uzaklaşarak tasavvufa yönelmişlerdir. Şair Nef’î’nin (ö. 1635),
Akla mağrur olma Eflâtûn-ı vakt olsan dahî
Bir edîb-i kâmili gördükde tıfl-i mekteb ol
sözü gereğince Gazzalî, Şeyh Yusuf en-Nessâc ve sonra Şeyh Ebû Ali Fârmedî’ye intisap etmiş (1); İbn Sina, Ebu’l-Hasan el-Harakanî ve Ebû Saîd-i Ebu’l-Hayr’dan (2); Fahreddin Razî ise Necmeddin-i Kübra’dan (3) (kse) istifade etmiştir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî de (ks) Fahreddin Râzî’yi felsefeden tasavvufa davet eden bir mektup yazmıştır (4).

Notlar: 1- M. Said Şeyh, “Gazali”, İslam Düşüncesi Tarihi, ed. M. M. Şerif, İstanbul 1990, II, 205, 241; Ubeydullah Küçük, “İmam Gazali: Hayatı, Eserleri, Tesiri”, İhyau Ulumiddin Tercümesi, I, XXVI (önsöz); Abdülhalim Mahmud, el-Munkizü mine’d-dalal Şerhi ve Tasavvufi İncelemeler, İstanbul 1997, s. 95; H. Kamil Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 1998, s. 124. 2- Dilaver Gürer, “Sufi İbn Sina ve Makamâtü’l-Ârifîn’i”, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl: 2, Sayı: 6, s. 129-130. 3- Abdulhakim Yüce, Razi’nin Tefsirinde Tasavvuf, İzmir 1996, s. 92. 4- Halim Gül, “Şeyh-i Ekber’in Fahreddin Razi’ye Mektubu”, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 2, s. 133-136; Abdulhakim Yüce, a.g.e., s. 69; S. Hüseyin Nasr, “Fahreddin Razi”, İslam Düşüncesi Tarihi, ed. M. M. Şerif, İstanbul 1990, II, 278.

 

 

ŞABAN KARAKÖSE

Yorumlar

Hiç yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

Yorum Yap

2016 Zümra İlim | All Rights Reversed.
Web Tasarım: Markalize