Hz. Peygamber İslam Büyükleri Tarih Kıssa Kuran'ın Işığında Sahabeden Esintiler
2016-03-23 13:16:26 Yönetici 0 Yorum

‘HADİS âLİMLERİNİN EFENDİSİ’

Muhammed bin İsmail el-Buhârî -r.a-

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin hicretinden 194 yıl sonra, Buhara’da Muhammed isimli bir çocuk doğdu. Tarih 13 Şevval 194’ü gösteriyordu. (20 Temmuz 810). Bu çocuğun babası İsmail; İmam Malik bin Enes ve Abdullah bin Mübarek’in talebesi idi. Kendisi henüz küçükken, babası ona iyi bir servet bırakarak öldü. Annesi de duası makbul, saliha bir kadındı. Büyük dedesi Mecusi olan bu çocuk, Arap değildi. Arap ve Acem’in efendisi oldu. Âlimlere sultan oldu. İlmin mihengi haline geldi.

On yaşına gelmeden hadis ilminde basamakları çıkmaya koyuldu. Buhara’dan Bağdat’a hadis tahsili için geldiğinde, on altı yaşında bir gençti.
Ahmed bin Hanbel’in önüne diz çöktü. Zamanının en büyük âlimlerini bir bir gezdi. Kimde ne varsa ilim olarak onu aldı. Sanki doğmadan okumaya başlamış gibi bir hali vardı.

Kendisinin verdiği bilgiye göre, bin seksen hocadan ders okudu. Onların bildiği hadisleri ezberledi. Bir ay önce önünde ders okuduğu bir hocası, bir ay sonra ondan bir şeyler öğreniyordu.

İmam Buharî, çocuk denecek yaşta çıktığı ilim yolculuğunda, on binlerce km. yol kat etti. Bugün, Buhara ile Bağdat arası kuş uçuşu 2000, Mısır 3200, Mekke 3300 km’dir. Sadece Bağdat’a sekiz defa gitti. Gittiği yerlerde, mescitlerde konakladı. Dinlenmeye fırsat bulamadan, ikinci bir şehre gitti. 62 yaşında vefat etti. 16 yaşında ilk ilim yolculuğu başladı. 46 yıl bineği üzerinde, kitapları, defter ve yazı malzemesiyle gezdi. Bağdat’ta duyduğu bir hadisi, başka bir muhaddis Mekke’de okutuyor diye, yola koyuldu. Oradan Semerkand’a, Semerkand’dan Merv’e, oradan da başka bir yere; sürekli hareket halinde bir hayat yaşadı. Bir yandan öğrendi, bir yandan öğretti.

Allah, o büyük himmet ve gayreti vesilesiyle adını ebedileştirdi. Geçip giden asırlar, adını eskitmediği gibi, her geçen gün onu biraz daha büyüttü. Kendisinden sonra gelenler, onun yaptığı gibi yapmaktan aciz kaldılar. Yazdığı kitapları baş tacı edildi. “Sahih-i Buhârî” elden ele dolaştı. Genç beyinler onu ezberlemeye çalıştı.

İlk kitabı!

On sekiz yaşına geldiğinde, annesi ve kardeşi ile beraber hacca gitti. Oradaki âlimlerden okuyabilmek için annesini ve kardeşini gönderip kendisi Mekke’de kaldı. Oradan Medine’ye geçti. İlk kitabını orada yazdı.

Kendi verdiği bilgilere göre, mehtap ışığında geceleri Ravza-i Mutahhara’nın kenarına oturup “et-Tarihu’l-Kebir” isimli kitabını yazdı. Bu kitabında, binlerce Sahabe’nin ve hadis ilmine hizmet etmiş olan kimselerin hayatlarını yazdı.

O yaşta iken hadis âlimleri arasında hakemlik yapmaya başladı.

Gittiği her yerde ilgi görüyor, insanlar ondan bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu. Basra’ya gittiği bir zaman da ondan bir şeyler öğrenmek isteyenler, gideceği yere kadar onu yalnız bırakmayalım derken, yol kenarında binlerce insanın katıldığı bir ders yaptırmışlardı. Bir yandan öğreniyor, bir yandan da öğretiyordu.

Muhammed bin Yakub diyor ki: “Buhârî, Nişabur’a geldiğinde, onu at üzerinde karşılayanlar sadece dört bin kişi idi. Yayalar ve diğer bineği olanları bilemiyorum.

Bağdat, Basra, Belh, Humus, Küfe, Şam, Medine, Mekke, Mısır, Merv ve Nişabur, onun defalarca gidip kaldığı yerlerdir. Okuyacağı kitaplarını ve yazı malzemelerini hayvanının sırtına koyar, öylece aylarca süren yolculuklara çıkardı. Bazen gittiği yerde öğreneceği şey birkaç ciltlik bir kitap, bazen de iki veya üç hadisti.

Bıkmadan, usanmadan ilmin peşinden koştu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin sünneti, önceki peygamberlerin sünneti gibi zayi olmasın diye kanatlandı, uçtu… Elindeki maddi imkânları talebelerine yardım olarak verdi. Verdiği borçları bile geri almayı düşünecek vakti olmadı.

Huşu ehliydi

Bir defasında, dostlarından birinin bahçesinde arkadaşlarına öğle namazını kıldırdı. Farzdan sonra sünnetleri kılmak için kalktılar. Sünnetleri kıldıktan sonra arkadaşına dönüp:

- Şu gömleğimin altında bir şey var mı? Diye sorup sırtını açtı. Meğer bir eşek arısı on altı yerden sokmuş onu. Sırtı kararmıştı.
- İlk soktuğunda neden namazı bozup ilgilenmedin? Dediler. Cevabı derindi:
- Başladığım sureyi bitirmeden namazı bozmak itemedim.

Hadis âlimlerinin efendisi

Zekâsı, afakı sarmıştı. O konuşuyorlar, onu izliyorlardı. Kimi hayret ediyor, kimi kıskanıyor, kimi de Müslümanların içinden böyle bir insan çıktığı için övünüyordu. Sağlığında da ölümünden sonra da her ırktan, her dilden, bütün Müslümanlar onunla sevindi ve ferahlandı. Onun ilminden direkt veya dolaylı olarak istifade etmeyen bir Müslüman neredeyse yoktur.

Zeki insan çok vardı ama o, zekâsını dinine hizmet için kullandı. Zekâsı hakkında bir ipucu vermesi bakımından bazı söyledikleri dikkat çekicidir. Diyor ki: “Enes radıyallahu anhudan ders okuyanları düşündüm. O anda aklıma üç yüz isim geldi.”

“Dün gece uyumadan önce, ‘Kaç hadis yazdım kitaplarıma?’ diye düşündüm de; baktım, iki yüz bin civarında imiş.”

En büyük talebelerinden biri olan İmam Müslim, Buhara’ya onu ziyarete gittiğinde elini öpmeye yanaşmış, o da engel olmak isteyince: “Bırak ayaklarını öpeyim. Sen hocaların hocasısın. Sen hadis âlimlerinin efendisisin” demişti.


Zekâsıyla hayrette bırakıyordu

Bağdat’a geldiği bir seferinde, biraz merak biraz da şüpheden ötürü, bir gurup âlim onun hafızasını denemeye kalktı. Ona, başlarındaki ravilerin (rivayet edenlerin isimleri) yerleri değiştirilmiş, yüz hadis okuyup yorumlamasını istediler. Yaptıkları şöyle bir şeydi:

A hadisini varsayalım. Bu hadisi bir sahabi, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizden duymuş. O da Tabiînden birisine bunu öğretmiş. Tabii de ondan sonra gelene, o da daha sonrakine öğretmiş. Bu hadisin kimden öğrenildiğinin anlaşıldığı bir zincirdir. Dolayısıyla her hadisin başında en az dört isim vardır. Bu isimlerden birbirlerine yapılan aktarmaya göre, hadisin doğruluğu veya yanlışlığı hakkında konuşulabilmektedir.

Buhârî’yi sınamak isteyen on kişi, onu önlerine oturttuktan sonra, her biri onar hadis okumuşlar. Ancak herkes okuduğu hadisin önündeki isimlerin yerini değiştirmiş.

Onlar, bu yüz hadisi tekrar etmesini istiyorlardı. Böyle yapmalarının nedeni de; o hadisleri büyük bir ihtimalle Buhârî zaten biliyordur. Yeni bir bilgi gibi bu yüz hadisi karşısına çıkarmak istemeleridir.

İmam Buharî onları dinledikten sonra, yerlerini değiştirdikleri isimlerin doğrularını tekrar ederek cevap vermeye başlayınca, o volkan gibi hafıza ve zekâsı önünde teslim olmak durumunda olduklarını anladılar. O mecliste Buhârî, belli bir sıraya göre dizildikten sonra yerleri değiştirilmiş beş yüze yakın ismi, ilk dizilişine göre yeniden tekrar etmişti.

Kendisi gibi talebeler bıraktı

Buhârî’nin önünde ders okuyan, ondan hadis öğrenen talebelerin sayısı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Sadece meşhur ‘Sahih’ isimli kitabını ondan okuyanların sayısı doksan bin kişidir. Müslümanların ikinci büyük muhaddisi İmam Müslim ve meşhur İmam Tirmizi, Nesaî ve Darimî de onun talebelerindendir.

İslam ilimlerinin en muteber kitabı

Kur’an’dan sonra en muteber bilgi kaynağı olan ve Müslümanlar arasında ‘Sahih-i Buhârî’ adıyla meşhur olan hadis kitabını yazdı. Altı yüz bin hadis arasından seçip derlediği kitabına, yazdığı her hadis için yazmadan önce abdest aldığı ve iki rekât namaz kıldığı rivayet edilmiştir. Kitabı yazması, on altı yıl sürdü. Yedi bin civarında hadis ihtiva etmektedir. Kitabın içinde zikredilen hadisleri, iki yüz seksen dokuz hocadan derledi.

Sahih-i Buhârî, Müslümanlar çocuklarını Hıristiyan profesörlerden din öğrenmeye gönderene kadar, her Müslüman’ın gözünde ilk ve en sağlam kitaptı. Müslümanlar’ın çocukları, Hıristiyan ülkelerden diploma alıp hadis hocası olmaya başladıktan sonra, İmam Buhârî de kitabı da tenkit edildi. Kusur hiç şüphesiz ne imam Buhârî’de ne de eserindeydi. Asıl kusur, Hıristiyan Profesörlerden din öğrenen adamların çarpık bakışlarındaydı…

İlmini ve onurunu korudu

Buhara valisi, saraya gelip kitaplarından ders yapmasını emreden bir haberci gönderdi ona. O cevap olarak dedi ki: “Ben ilmi ayağa düşürmem. Vereceğim dersler hoşuna gidiyorsa, ders yaptığım mescide veya evime gelirsin. Eğer bu durum hoşuna gitmezse, yetkili birisin. Benim ders yapmamı yasakla. Ben de ders yapmayayım. Yasağı sen koy ki yarın Allah katında özrüm olsun.”

Hanefi Mezhebi Fıkıh İmamlarından allame İbni Abidin şöyle der: “İmam Buhârî, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin bir mucizesidir. Ümmetinden onun gibi, eşi bulunmaz bir insan çıkmıştır. Öyle birinin varlığı, insanlık için büyük nimetlerdendir. Hadiste Müminlerin emiri, İslam büyüklerinden, müctehid imam Muhammed bin İsmail el-Buhârî. Müminlerin büyüğü, muhaddislerin sultanıdır. Kitabı yazılmış en güvenilir kitaptır.”

Hadis ilminde bir ekol

İmam Buhârî, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin hadislerine hayatını verdi. Ülke ülke dolaştı, hadis öğrendi. Dünya nimetlerine tenezzül etmedi. Sayesinde Ümmet-i Muhammed, Kur’an’dan sonra en güvenilir kitaba kavuştu. Adı ilimde güven oldu. Çalışmaları ekol oluşturdu.
Arap bir ailenin çocuğu olmadığı hâlde, Arapçanın dehalarından oldu. Sadece ilim için uğraştı.

İmam’ın üç belirgin vasfı

Onunla oturup kalkanlar, önünde diz çökenler diyorlar ki: Üç belirgin özelliği vardı:

- Az konuşurdu.

- İnsanların elindekinde hiç gözü yoktu.

- İlimden başka bir işle ilgilenmezdi.

Ona da eziyet edildi

Gayretini ve elde ettiği şöhreti çekemeyenler, siyasileri onun aleyhine kışkırttılar. Valilik emriyle sürgüne gönderildi. Semerkand’da vefat etti. Vefat etmeden önce yaptığı bir duasında: “Allah’ım! Geniş olmasına rağmen dünya bana daraldı. Beni kendine al!” demişti. Bu duasından sonra, bir ay geçmeden vefat etti.

30 Ramazan 256 senesinde (31 Ağustos 869) vefat etti. Vefat ettiğinde altmış iki yaşındaydı.


GÜLİSTAN

Yorumlar

Hiç yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

Yorum Yap

2016 Zümra İlim | All Rights Reversed.
Web Tasarım: Markalize