Hz. Peygamber İslam Büyükleri Tarih Kıssa Kuran'ın Işığında Sahabeden Esintiler
2016-03-23 13:41:16 Yönetici 0 Yorum

TARİHTE HİZMET EDEN SUFİLER VE İCRAATLERİ

Ehli tasavvufa kıymet veren hükümdarlar

Tasavvuf dergâhlarına duyulan ihtiyaç

Tasavvuf yalnız bireyin nefis terbiyesi ile ilgili olsaydı, kişilerin kitaplardan öğrenip uyguladığı bir zühd anlayışı olarak kalırdı. Nasıl ki toplumun ıslahı bireylerin ıslahıyla mümkünse, bireylerin iyi hallerini muhafaza etmeleri için de toplumun iyi hâlde bulunmasına ihtiyaç vardır.

Bireylerin birbirinden uzak ve birbirlerinden habersiz bir ıslaha yönelmeleri toplumsal ıslaha yol açmaz. Bu, ancak ıslah amacına yönelmiş bireylerin bir araya gelip bir program doğrultusunda teşrik-i mesai yapmaları ile mümkündür. Bunun farkına varan toplum yöneticileri ve hükümdarlar tasavvuf dergâhlarına önem vermişler, bu dergâhların kuruluşuna ve imarına yardımcı olarak, toplumun ıslahını vazife edinen sufi cemaat ve gurupları desteklemişlerdir. Tarihte bunun pek çok örnekleri vardır ama biz, konunun anlaşılması ve toplumun ıslah ve inşaası hususunda tasavvuf ehli sufilerin rolünün anlaşılması için birkaç örnek vermekle yetineceğiz.

Anadolu Selçuklularında toplumu sofiler korudular

Anadolu Selçuklularının yönetimi sırasında tasavvuf, başta başkent Konya olmak üzere halkın ıslahında önemli bir vazife ifa ediyordu. Şehirde Ahiler vardı. Mevlana Celaleddin-i Rumî Hazretleri de bu dönemde şehre yerleşmiş ve irşadını sürdürmüştü.

Ahiler, Moğol istilasına karşı halkı hazırlama ve devletin otoritesinin zayıfladığı istila sırasında halkı günahlardan koruma konusunda büyük iş görmüşlerdi. Onların Moğol belası sırasında Anadolu’nun tamamında ifa ettiği vazife bugün dahi hem halk tarafından bilinmekte hem de tarih kitaplarında kayıt altında tutulmaktadır.

Anadolu Selçuklularının zayıfladığı dönemdeki büyük belalardan biri de asayişsizlikti. Beyler, birbirinin ve halkın malına göz dikiyor, şehirleri talan ediyordu. İşte bu noktada tasavvuf ehli sadece manevi değerlerin korunması ve ihyasıyla yetinmiyor, bizzat maddi korunmayı da üstleniyordu. Tarih kitapları Karamanlıların yağması sırasında Mevlevî sofilerin halkın malı başında bizzat nöbet tuttuğunu, halkın mülkünü yağmacılardan koruduğunu kaydediyor.

Büyük Selçuklular'ın Haleb Atabeyi Nureddin Zengî Hazretleri, tarihçi İbn-i Esir’in ifadesiyle muhaliflerinin, “Nureddin kendisini ibadetle perişan etti, bizi de perişan edecek” diyecekleri kadar zahid bir insandı. Ama kendisi de İbn-i Kesir’in ifade ettiği üzere ‘Musullu Molla Ömer’ adlı bir şeyhe intisap etmiş, onun dergâhından istifade ediyordu. Şeyh Molla Ömer’in Musul’da ziyaret edilen bir tekkesi vardı. Şeyh her sene Mevlid Kandili’nde davette bulunur; emirler, âlimler, vezirler davetine gelir ve orada büyük bir viladet tebriki merasimi düzenlenirdi.

Şeyh Molla Ömer, Nureddin’le sürekli mektuplaşır, onu İslam âlemini Haçlılardan kurtaracak büyük vazifeye hazırlardı.

Eyyubiler’de tasavvuf

Nureddin Hazretlerinin yanında yetişen Kudüs Fatihi namlı Selahaddin-i Eyyübî Hazretleri ise gerek Mısır’da gerek idaresi kendisine nasip olan diğer yerlerde Müslümanların zühdden, ibadetten uzaklaştıklarına tanıklık ediyordu.

Âlimler de bu yönde sürekli şikâyette bulunuyorlardı. Müsteşarı Kadı Fadıl, Mısır’daki zengin ve memurların Şerî Şeriften kaçtığını, Ramazan ayında geceleri Hıristiyanlarla içki içip gündüz yemek yediğini, zina ve diğer günahlara musallat olduğunu söylüyordu.

Selahaddin-i Eyyübî Hazretleri ve ailesi bu cehalet ve günahkârlığa karşı Mısır’ı medreselerle donatıp, medreselerin yanı başına da sofiler için hankâhlar (dergahlar) inşa ederek bu yozlaşmaya karşı ilim ve maneviyat erlerinden oluşan bir yapıyla tedbir aldı. Babası ve amcası da hankâhlar inşa etmişlerdi.

Amcası Eseduddin Şirkûh, Medine’de Mescid-i Nebevi’nin doğusunda da bir hânkah inşa etmiş, Mısır’da vefat etmesine rağmen oraya defnedilmeyi vasiyet etmişti. Vefat edince cenazesi Mısır’dan, önce Mekke’ye götürülüp Kâbe tavafında omuzlarda taşınmış, sonra oraya defnedilmişti. Kardeşi ve Selahaddin Hazretlerinin babası Eyyüb de Mısır’da bir hânkah inşa etmiş, vefat ettiğinde o da Medine’ye götürülmeyi vasiyet etmişti. Böyle bir ailede terbiye gören ve Nureddin Hazretlerinden de istifade eden Selahaddin Eyyubi rahmetullahi aleyh, Mısır’dan sonra Şam’ı da medrese ve hânkahlarla donatmış, Kudüs’ü fethettikten sonra Mescid-i Aksa’nın yanı başındaki Saint Anna Kilisesi’ni medrese yapmış, yanı başındaki patrik evini ise sofiler için dergâha çevirmişti.

Gerek toplumun ıslahı hususundaki rolü gerekse bir ilim dalı olarak tasavvufa verdiği önem açısından Selahaddin-i Eyyübî Hazretleri’nin ayrı bir yeri vardır. O sofilerin dostuydu, sofiler onun gaza arkadaşlarıydı; aynı zamanda da toplum üzerindeki gözleriydi. Bununla birlikte Selahaddin Eyyubi Hazretleri, tasavvuf adına batıni sapmalara, tasavvufu karmaşık bir felsefe haline getirenlere alabildiğine karşıydı, onlar için alabildiğine tavizsizdi. Onun taraf olduğu tasavvuf toplumu ıslah eden, batinilikten uzak, ehl-i sünnet yolundaki tasavvuftu!..

Osmanlı’nın temelinde de tasavvuf vardır

Osmanlı devleti kurulurken Anadolu'daki Ahî ve Babâî ve Mevlevi tarikatleri en faal devirlerini yaşıyorlardı. Osmanlı devletinin kuruluşunda o dönemin nüfuzlu tarikatlarından ahiliğin hem maddi hem de manevi açıdan faydaları olmuştur. Öbür taraftan, yüzyıllar boyu İslam fetihlerini üstlenen ve İslam âlemini istilalardan koruyan Osmanlı Devletinin manevi kurucusu Şeyh Edebalî Hazretleridir. Devlete adını veren Osman Gazi Han Hazretleri, Şeyh Edebalî Hazretleri’nin hem müridi ve aynı zamanda damadıydı.

Şeyh Edebalı o tarihlerde ahilerin ulularından bulunduğu gibi Ahî Hasan, Ahî Mahmud, Candarlı Kara Halil de aynı tarikatta bulunarak hizmet ediyorlardı. Ahî Hasan'ın nüfuzu ve hizmeti tarihçe de malûmdur. Ahilerin bu nüfuzunu XV. yüzyıl'ın ilk yarısında da görülür.

Şeyh Edebali’nin Osmanlı’nın kurucusu Osman Bey’e nasihatleri okunduğunda İslam ahlakının sistemleştirildiği tasavvuf anlayışına tamamen uymakta olduğu görülecektir. Osman Bey’in önderliğinde yola koyularak Devlet olma yolunda ilerleyen Osmanlı’da da tasavvuf dergâhları son güne kadar daima önemini korumuştur.

    

Osmanlı padişahlarıyla devlet adamları tarikat erbabına karşı hürmette kusur etmemişler, namlarına tekkeler açtırıp vakıflar yaptırmışlardır. Padişâhlar sefere giderken gaza kılıcını onlardan bazılarından kuşanmışlar ve bazı şeyh ve müridlerini teberrüken beraberlerinde gazaya götürmüşlerdir.

II.Sultan Murad sefere giderken Emir Şemseddin Buharî'den kılıç kuşandığı gibi yine aynı hükümdar seferlerinde tarikat erbabını cepheye götürmüştür.

Fatih Sultan Mehmet'in yanında İstanbulun Fethi esnasında Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin halifelerinden Akşemseddin ile Akbıyık bulunmuşlardır; Yavuz Sultan Selim mutasavvıf ve arif bir hükümdar olup Mısır seferinde Muhyiddin-i Arabî'ye karşı yüksek hürmeti sebebiyle onun türbesini ihya ile cami ve imaret yaptırmış ve bu seferden avdette bazı mutasavvıf zatlarla görüşmüştür.

Kanuni Sultan Süleyman'ın seferlerinde de bazı şeyhlerin müridleriyle beraber bulundukları görülüyor; bu pâdişâhın son seferi olan Zigetvar 'da İstanbul şeyhlerinden Nureddinzâde Şeyh Muslihiddin Efendi de bulunmuş ve padişahın vefatından sonra cenazesini İstanbul'a getirmiştir.

III. Sultan Mehmet 1004 H. / 1596 M.'de Eğri seferine giderken Sivas'ta bulunup irfan ve fazileti İstanbul'da duyulmuş olan Şemseddin Ahmed Sivasî 'yi İstanbul'a davet ederek beraberinde muharebeye götürmüş ve dönüşte İstanbul’da alıkoymak istemişse de şeyhin ihtiyarlığına mebnî Sivas'a dönmesine müsaade etmiştir.

Yine aynı hükümdar Şemseddin Sivasî'nin biraderzâdesi ve halifesi olup fazl ve kemali İstanbul'a kadar yayılan Abdülmecid Şeyhî Efendi'yi bir hatt-ı hümâyunla İstanbul'a getirtmiş ve gelir gelmez kendisini Çarşamba'da Mehmed Ağa'nın yaptırdığı tekkenin şeyhliğini vermiştir.

Tasavvuf dergâhları, devletin dört bir yanında toplumu ıslah etti, ordunun terbiye ve düzeninde görev aldı, fethedilen yerlerde de İslam’a davette bulundu. O maneviyat önderlerinden Bosna’nın manevi fatihi Ayvaz Dede, yerleştiği Bosna civarında Hıristiyan Boşnakların İslam’la şereflenmesine vesile olmuş; bugün de kendisi adına bizzat Bosna hükümeti tarafından anma törenleri düzenlenmektedir.

Aynı şekilde Trabzon yöresinin İslamlaşması için Maraş yöresinden bir şeyhin oraya yerleştirildiği ve orada halkın Müslüman olmasına vesile olduğu kayıtlarda mevcuttur.

Hindistan’ın fethinde sufiler

İmam Gazali Hazretleri öncesi dönemde yaşamış olan Keşfü’l-Mahcûb’un sahibi, büyük mutasavvıf ve zühd ehli, el-Hücvîrî diye bilinen Ebü’l-Hasen Alî b. Osmân b. Ebî Alî el-Cüllâbî el-Hücvîrî kuddise sirruhu, Gaznelilerin yanında bulunmuş, Gazneli Mahmud’un Hindistan seferlerinden sonra Lahor’a yerleşmiş ve orada irşadda bulunmuştur. Türbesi de bizzat Sultan Gazneli Mahmûd'un oğlu Sultan İbrâhim Gaznevî tarafından yaptırılmıştır.

İslam orduları pek çok kez Hindistan’a girmişler, orada maddi fethi gerçekleştirmişler ama manevi fethi gerçekleştirmeye muvaffak olamamışlardı. Gazneli Mahmud ve çocukları, manevi fetih olmadan maddi fethin korunamayacağını fark etmişlerdi. Manevi fetih ise Hinduların Müslüman olması ile mümkündü. Bunun için tebliğ ve irşadı kendisine vazife edinmiş tasavvuf ehline ihtiyaç vardı.

El-Hücvîrî kuddise sirruhu, davet edilmesi üzerine bu ihtiyaç için Lahor’a yerleşti. Hindulara İslam’a anlattı, onların batıl dinlerinin “Brahman ve rahip” denen adamları ile münazaralar yaptı, Allahu Zülcelâl’in yardımıyla onları yendi, pek çok kişinin İslam’la şereflenmesine vesile oldu.

İmam Hücvîrî kuddise sirruhu, Keşfü’l-Mahcûb’u telifle meşgul olduğu sırada, üç Hint Racası birleşerek Lahor’u muhasara edip birçok Müslümanla birlikte İmamı da esir aldı. Ancak Sultan Mevdûd b. Mes‘ûd’un Hintlileri hezimete uğratarak, 5000 Müslümanla birlikte İmam Hucviri kuddise sirruhu da esaretten kurtardı.

Orada bulunduğu sırada sadece Hintlileri İslam’a davet etmekle yetinmiyor, Müslüman halka ve askerlere yönelik irşadda bulunuyor, onların gazada iken nefislerini haramdan korumaları ve takva üzerinde bulunmaları için gayret gösteriyordu.

Hücvîrî kuddise sirruhu’nun Hindistan’da Gaznelilerle birlikte ifa ettiği hizmeti daha sonraları tasavvuf dergâhlarının pek çoğu benzer şekilde ifa etti. Tasavvuf ehli gaza zamanlarında İslam ordusunun yanında bulunarak, onların nefislerini haramdan korumaları ve takva üzerinde bulunmaları için irşadda bulunmuş, gaza bitince gayr-ı müslimleri İslam’a davet etmişlerdir. Sulh zamanlarında ise İslam şehir ve kasabalarında Müslüman toplumun maneviyatını diri tutmak için vazife üstlenmişlerdir.

Tasavvuf dergahları ve sufilerin tarihte yapmış oldukları hizmetleri maddeleştirecek olursak şöyle sıralayabiliriz;

1. Gayr-ı Müslimleri İslam’a davet etmişler,
2. Gaza zamanında ordunun günahlardan korunması ve gazaya teşviki konusunda gayret göstermişler,
3. Sulh zamanında halkı irşad ve ıslahla uğraşmış, toplumsal düzenin hak üzerinde bulunmasında büyük bir görev ifa etmişlerdir

Kim bilir kayda geçmeyen kaç hizmet, kaç irşad dergâhı vardır. Allahu Zülcelâl, onların bilinen ve bilinmeyenlerin hepsinden razı olsun…

İstifade edilen eserler;
1. İbn-i Esir Tarihi 2. İbn-i Kesir Tarihi 3. Claude Cahen, Osmanlılar’dan Önce Anadolu 4. Kadir Özköse Anadolu Tasavvuf Önderleri 5. Reşat Öngören, Osmanlılarda Tasavvuf, Anadolu’da Sûfiler, Devlet ve Ulema 6. Hakikat Bilgisi (Keşfü’l-Mahcûb), Hazırlayan: Süleyman Uludağ


FAHREDDİN ÖMER

Yorumlar

Hiç yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

Yorum Yap

2016 Zümra İlim | All Rights Reversed.
Web Tasarım: Markalize