Hz. Peygamber İslam Büyükleri Tarih Kıssa Kuran'ın Işığında Sahabeden Esintiler
2016-03-23 14:16:43 Yönetici 0 Yorum

ŞEYHİN SIRRI

Bir teslimiyet hikâyesi

Her günkü talebini yenilemek için yeniden Şeyh’in yanındaydı sufi:

- Efendim, bana Allah’ın bir sırrını verir misiniz?

Şeyh Efendi mütebessim çehresiyle sufiye baktı ve Allah dostlarına has nezaketiyle, günlerdir tekrarladığı sözü bir kez daha söyledi;

- Evlat, Allah’ın sırrını istiyorsun; ancak bilmiyorsun ki sen hazır olduğunda, istediğin nasip gelip gönlüne akar. Sana o perde henüz açılmamışsa bilesin ki hazır olmadığından… Gayret et, Allah’ın rızasına, gayret et inşaallah!

Günlerdir duyduğu benzer sözlerden gönlü bir türlü tatmin olmayan derviş, çaresiz bir halle geri çekilir, oturur bir köşeye.

Aradan bir zaman akar, geçer su gibi… Sufi her ne kadar dile getirmese de gönlünde hep aynı murat vardır; Allah’ın sırrını bilmek...

‘Gayret’ kelimesi nefsine ağır geldiğinden olsa gerek, hazır olup olmamak meselesini anlamaz, anlamak istemez sufi. Yıllardır hizmet ettiği dergâhtan, “Bir nasip” diye tutturmuştur bir kere. Gözüne, Şeyh hazretlerinin nasihati bile görünmez…

Sufinin dergâh kapısında nöbetçi kaldığı bir gece, sabaha karşı Şeyh hazretleri çıkar gelir. Tekkede el ayak çekilmiştir; kimsecikler görünmez ortada. Şeyh efendi sufiye seslenir; sufi kalkar edeplice varır Şeyh’in yanına. Şeyh’in ellerinde kan izi ve bir bıçak vardır. Edepsizlik olmasın diye sormaz. Şeyh der ki;

- Haydi, sufi, bizim bahçeye geçiyoruz.

Ay ışığının alacasında yürürler, Şeyh hazretlerinin bahçesine. Nihayet söğüt ağacının altına geldiklerinde, sufi, dolu bir çuvalın ağaca yaslandığını görür. Yerde bir kazma, bir kürek. Şeyh Efendi; “Sufi Mehmet’i öldürdük. Evlat, şu bıçağı al, çuvalla beraber ağacın altına göm. Seni, yardım edesin diye çağırdım.”

Sufi, önce afallar... Bir an aklına teslimiyet hakkında öğrendikleri gelir. Hemen kapar kazmayı küreği girişir işe. Yeterli büyüklükte bir çukur açar, atar çuvalı çukura; Şeyh’in elindeki bıçağı da ekler üstüne… Kapatır çukuru hızlıca. Yeri belli olmasın diye, kapattığı çukurun üzerinde gezinmeyi de ihmal etmez derviş. Şeyh Efendi kısık bir sesle;

- Şuradaki şadırvanda üstünü başını temizle, ellerini yıka. Bu hadiseyi de kimseye anlatmayasın evlat… Der ve “Emir sizin Efendim.” dedikten sonra, koşar adım yanından ayrılan sufinin arkasından bakar tebessümle.

Derviş, Şeyh hazretlerinin yanından ayrılıp da hizmetli olduğu kapı nöbetine dönünce başlar içi kaynamaya. ‘Şeyh Hazretleri adam mı öldürdü şimdi? Hem de yıllardır hizmetini gören sufi Mehmet’i öldürdü. Evliyanın her yaptığında bir hikmet vardır elbet. Öldürdüyse de vardır bir bildiği…’

Ve sabah ezanının ardından, hane-i saadetinden çıkıp dergâha gelir Şeyh efendi. Sufi, şaşkın gözlerle Şeyh hazretlerini seyretmektedir. Zira hadisenin üzerinden bir gün bile geçmemiş olmasına rağmen, Şeyh efendi her zamanki haliyle gayet sakin görünmektedir.

Namazdan sonra, şeyhin “Öldürdüm” dediği, sufi Mehmet’i arar gibi uzun uzun dergâhın içini tarar derviş. Namazda bulunmadığını görünce, hadiseyi doğrulamanın güveniyle Şeyh’e yönelir tekrar. Sadece dervişin birkaç imalı bakışının ardından ‘olan biteni saklayacağım’ anlamında göz kırpmasına karşılık, Şeyh efendi ‘olanı belli etme’ dercesine tebessüm ediyordu. O geceye dair, Şeyhle sufi arasında, yalnızca sabah namazından sonraki bu işaretleşme oldu, o kadar!

Sonraki günlerde sufinin bütün çabalarına rağmen, Şeyh efendi, o geceki hadiseye dair hiçbir belirti göstermedi. Gel gör ki Şeyh’in bu sakin tavrına karşın, dervişin içi kaynadıkça kaynıyordu.

‘Efendi hiç belli etmiyor adam öldürdüğünü. Nasıl da beceriyor bilmem. İnsan biraz etkilenir yaptığı işten. Sanki kırk kişiyi öldürmüş bir zalim… Tövbe tövbe… Ne diyorum ben. Teslimiyetim mi bozuluyor! Vesvese bunlar vesvese… Şeyh yaptıysa vardır bir bildiği… Peki, o bildiği her neyse, ona dayanarak bir gün beni de öldürürse… Ya beni de öldürürse şeyh!’

Her saat biraz daha gönlü bozulur dervişin. Kafa karışıklığının üzerine bir de gönül bozukluğu eklenir. Gönlü gitgide uzaklaşır Şeyh efendiden; aklı fikri, o gece olan hadisededir. Kendi kendine yorumlar yapar, sonuçlar alır, hükümler verir.

‘Yahu, Şeriat’ın neresinde var eline bıçak alıp müslüman kanı dökmek… Efendi, böyle bir meselede, neyi sebep göstererek aklar kendini Hak katında. Şeyh Efendi iyidir de, biz de biraz kitap karıştırdık elbet!’

Tevafuk budur ya, birkaç gün sonra, sufi Mehmet’in babası gelir tekkeye. Şeyh Efendinin huzuruna çıkarılır. Edeplice gelir, Şeyh hazretlerinin elini ziyaret eder. Şeyh ‘Hoş geldiniz.’ der, yüzünden eksik olmayan tebessümüyle.

- Hoş bulduk Efendim. Hem sizi ziyaret edip feyz ü bereketinizden, hayır dualarınızdan istifade etmeye; hem de evladımızın halinden sormaya geldik müsaadenizle… der baba.

O geceye tanık olan sufiye ilişir Şeyhin gözü. Görür ki, dervişin gözleri dört dönmektedir. Gözüyle beraber gönlü de dönüyordur o anda; ‘şimdi ver bakalım cevabını da görelim!...’

Olay çok daha çetrefil bir hal alır…
(Devamı gelecek sayıda)


MÜMİN MUNİS

Yorumlar

Hiç yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

Yorum Yap

2016 Zümra İlim | All Rights Reversed.
Web Tasarım: Markalize