Hz. Peygamber İslam Büyükleri Tarih Kıssa Kuran'ın Işığında Sahabeden Esintiler
2016-03-23 14:17:25 Yönetici 0 Yorum

ŞEYHİN SIRRI -2-

Bir teslimiyet hikâyesi

Kadı Efendi dergâhı basıyor

(Önceki sayıdan devam)

Şeyh Efendi, evladını görmek isteyen babaya tebessüm ederek:
- Sizin evladınız şimdi gelemez. Birkaç gündür meşguliyeti vardır. Hali keyfi yerindedir elhamdülillah. Bekleyin derdim amma gelmesi epeyce bir vakit alacaktır. Eğer yola düşecekseniz, biz dualarımızı eksik etmeyiz inşaallah, buyurur.
- Efendim mademki siz böyle buyuruyorsunuz, biz beklemeyelim o zaman. Namazımızı eda edip yola düşelim inşaallah himmetinizle…

Konuşmaları dinleyen sufi delirmek üzeredir. “Yahu hem adam öldürdü, hem yalan söyledi. Bu nasıl şeyh böyle! Şu zavallı adamcağıza, evladının mezarında bir dua etmeyi bile çok görüyor. Tabi yaptığı iş ortaya çıkarsa kim şeyh diyecek ona, kim hürmet gösterecek. Ama ben bozacağım bu oyunu.”

Derken dayanamaz derviş, atar kendini sokağa. Heybesini alıp çoktan yola koyulan ihtiyarı şehrin çarşısında yakalar. Koşarak, soluk soluğa gelir yanına;
- Baba bekle… Ben Mehmet’in arkadaşıyım. Mehmet’i tanırdım. Şeyh sana meşguldür, gelemez dedi ama işin aslı öyle değil. Şeyh Efendi Mehmet’i öldürdü baba… Ben şahidim.

İhtiyar bir an duraksar.
- Ne diyorsun sen evlat! …

İhtiyar, bu habere her ne kadar temkinli yaklaşsa da yeminler eder derviş. Hatta gömüldüğü yeri bile bildiğini söyler. Haber şimşek gibi yayılır şehirde. Olayı şehrin kadısı duyar. Allah dostlarına hürmette kusur etmeyen kadı efendi de temkinli yaklaşır olaya. Ancak dervişin yeminleri ve onun anlattıklarına inanan bir yığın insan karşısında, olayı tetkik etmeye mecbur kalır. Önde kadı ve askerler, arkada derviş, baba ve meraklı bir halk yığını gelirler dergâha…

Kadı Efendi müsaade ister, girer dergâhın bahçesine. Şeyh Efendi her zamanki latif haliyle “Hoş geldiniz” buyurur, musafaha edilir. Kadı Efendi hal hatır sorduktan sonra;

- Efendim, şu derviş, sufi Mehmet adında bir sufiniz hakkında bir şeyler anlatıyor. Biz anlayamadık. Tekrarlasın diye, yüksek huzurunuza birlikte gelelim dedik, der.

Kadı Efendinin cümlesi biter bitmez atılır derviş:
- Yalan söylemiyorum, Hazret’in evinin bahçesindeki söğüt ağacının dibinde, çuvalın içinde… Orada gömülü.

Şeyh Efendi eliyle bahçesini işaret eder; “Buyurun öyleyse bahçeye geçelim” der. Bahçeye girdiklerinde, sufi hemen gösterir çuvalı gömdüğü yeri. “İşte, tam burada… Kazın, göreceksiniz!” der. Kadı Efendi mahcup bir şekilde Şeyh Efendi’nin yüzüne bakınca, şeyh durumu anlar. “Buyurun, askerler kazsın” buyurur.

Askerler, gösterilen yeri halkın meraklı bakışları arasında kazmaya başlar. Önce bıçak çıkar. Derviş, “İşte bu bıçakla öldürmüştü!” der. Gülümser Şeyh Efendi...

Çok geçmeden, üzerinde kan lekeleri olan çuval ortaya çıkar. Bir uğultudur yükselir. Sufi; “Gördünüz mü, söylemiştim işte!” diye hop oturup hop kalkarken, Kadı efendi, “Çuvalı açın” diye, emir verir askere.

Asker açar çuvalı, içinden boğazlanmış bir koyun çıkar. Herkes dilsiz kesilir bir anda. Şeyh Hazretleri kadıya dönerek; “Efendim, biz sufi Mehmet için ‘gelemez’ dedik, çünkü onu birkaç gün önce halvete oturttuk. Ancak mademki böyle bir hal vaki oldu, halvetini bozalım” der ve sufi Mehmet’in odasından çağrılmasını ister. Sufi Mehmet ne olduğunu anlamadığı halde babasıyla kucaklaşır, şeyhin müsaadesiyle misafirhaneye geçerler. Kadı, Şeyh efendiden özür diler ve halk dergâhtan ayrılır. Artık dergâh bahçesinde Şeyh Efendi ile bizim sufi baş başa kalmıştır.

‘Sen ki bizim sırrımızı tutamadın…’

Derviş yaptığından dolayı kızarıyor, morarıyor; yine de kıt aklının yettiğini sormaktan kendini alamıyordu;
- Efendim, anladım ki siz beni imtihan ettiniz ancak sufi Mehmet’i öldürdük demeniz yalan olmadı mı? Şeyh Efendi;
- Biz Mehmet’i halvete gönderdik. Yani, onun nefsini öldürdüğümüzü söyledik sana. Ancak sen o şartlar altında bunu canından etmek olarak anladın, dedi. Derviş;
- Efendim, peki bu imtihan gerekli miydi? Diye sorunca Şeyh Efendi son noktayı koyar;
- Sufi, sen bizden Allah’ın sırrını istiyordun. Sana bu konuda söylediklerimizi hep kulak arkası ediyor, dinlemiyordun. Henüz hazır olmadığını söylüyorduk, anlamıyordun. Allah’ın sırrını tutmaya ilminin, halinin, kudretinin yeteceğini zannediyordun. Bir düşün şimdi… Sen ki bizim sırrımızı bile tutabilmiş değilsin, ya Allah’ın sırrını nasıl tutacaktın!


MÜMİN MUNİS

Yorumlar

Hiç yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

Yorum Yap

2016 Zümra İlim | All Rights Reversed.
Web Tasarım: Markalize