Hz. Peygamber İslam Büyükleri Tarih Kıssa Kuran'ın Işığında Sahabeden Esintiler
2016-03-23 14:34:23 Yönetici 0 Yorum

“BAKMIYORLAR MI DAĞLARA?”

Geçen ay Ğaşiye sure-i celilesinin ilk on altı ayetinin izahatını yapmaya çalışmıştık. Biiznillah-i teala bu ay kaldığımız yerden devam ettik. Önceki ayetlerde Mevla Teala, cehennem ve cennetin vasıflarını zikrederek kullarına dünyadaki ahvallerinin neticesinde alacakları azap veya mükafatı anlatmıştı.

Bundan sonraki ayet-i celilelerde ise iman edenlere; kainata ibret nazarı ile bakmaları emir ve tavsiye edilmektedir.

Allah-u Zülcelal soruyor: “Bakmıyorlar mı o develere, nasıl yaratılmış?” (Ğaşiye, 17)

Sure-i şerifede ahirette hallerin nasıl olacağı beyan olunduktan sonra, haşire ve yoktan yaratıldıklarına inanmayanlardan gözlerini kainata ve kainattaki varlıklara çevirmeleri ve kalp gözüyle bakarak düşünmeleri isteniyor. Burada ilk olarak devenin zikredilmesinin pek çok sebebi, tefsir kitaplarında zikredilmektedir.

Biz bir kaçı ile iktifa edelim:

1. Ğaşiye Suresinin altıncı ayetinde, ateş ehlinin yiyeceğinin develerin bile yemediği kuru dikenden başka bir şey olmadığı haber verildikten sonra, dikkatin kuru çöl sıcağında bile hayatta kalmayı beceren develere çekilmek istenmesi,

2. Her hayvanın yaradılış sebebi farklıdır. Kimi hayvanın sadece etinden yada sütünden, kimi hayvanın ise sadece gücünden (eşya ve insan taşıma da ) istifade edilirken, devenin ise bütün bu evsafı kendisinde toplamış ender hayvanlardan olması,

3. Araplar hayat tarzı içinde devenin hususi bir yeri vardır. Mesela, öldürülen bir insanın diyeti, Arap örfüne göre, deve cinsinden belirlenirdi. Bundan başka deve, gerek çölde uzun süre susuz mesafe alabilmesi, gerek çöl şartlarına dayanıklı olması yönlerinden, vazgeçilmez bir hayvandı.

4. Devenin son derece akıllı ve kuvvetli bir hayvan olmasına rağmen, en güçsüz insana dahi itaat edip peşinden gitmeye meyilli bir fıtratının olması, (1) hatta bu hususta devenin yularını ele geçiren farenin bir hikayesi de Mesnevi'de anlatılmaktadır. (2) Görüldüğü gibi deve gibi estetik olarak güzel olmayan bir hayvan, diğer hayvanlarda bulunmayan bir takım hususiyetleri kendi fıtratında cem ettiği gibi cüssesinden beklenmeyen bir munislik de fıtratında mevcuttur.

İşte, bu ayet ile insanın deve gibi üstün özellikli bir yaratığa bakarak deveyi ve tüm mahlukatı yaratan Mutlak Halik ve Hakiki fail olan Allah-u Zülcelal’in varlığına ve birliğine inanmaya ve hükmüne itaat etmeye götüren tefekkür ve düşünce içinde olması isteniyor.

“Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiş?” (Ğaşiye, 18)

Mevla Teala deve misalinden sonra, bu sefer de kudret ve azametini insanoğluna anlatmak için muazzam bir misal zikrediyor. Gökyüzünün nasıl olup da direksiz, desteksiz dünyaya düşmeden durduğunda da biz insanlar için ibretnuma bir misal vardır.

Engin sonsuzluğu, içinde yörüngesinden sapmadan akıp giden sayısız gök cisimleri de (yıldızlar, güneş vb.) tıpkı sema gibi hiç bir destek olmadan durmaktadır. Bunları idare eden ve hükmü altında bulunduran, kudret ve azamet sahibi bir yaratıcının olmadığını iddia etmek akıl karı mıdır?

Güneşin ısı ve ışık vermesini düşünün. Güneşin ışığını Mevla yaratmasaydı dünyada hayat olabilir miydi? Yada Dünya ile Güneş arasındaki mesafe tam dengede olmasaydı, dünyada hayat olabilir miydi? Mars güneşe dünyadan daha uzak ve hayat yok, yine Venüs güneşe daha yakın ama yine hayat yok. Bunları düşünmek ve tefekkürle düşünmek lazım gelmez mi?

Gökyüzündeki bulutların mevsimine göre yağmur veya kar yağdırması, insan için hiç mi ibrete değer değildir? Suyun tabiatında damlaların birleşmesi mevcutken, yağmurun damla damla yağması ayrı bir rahmet değil midir? Bir de tersini düşünün! Ya su bir akarsu gibi birden bire boşalsaydı ne olurdu?.. İşte bu misaller bile, aklı olanlar için yeterlidir.

“Bakmıyorlar mı dağlara, nasıl dikilmiş?” (Ğaşiye, 19)

Dağların gökyüzüne doğru uzanmalarında da biz insanlar için ibretler vardır. Dağlar sağa sola sallanmadan, sökülüp gitmeden nasıl sabit kalmaktadırlar? Şüphesiz ki dağlar da Azim bir yaratıcının varlığına şahitlik etmektedirler. İşte bunlar, bizler için birer ibret vesikasıdır.

“Yere bakmıyorlar mı, nasıl yayılmış?” (Ğaşiye, 20)

İçinde yaşanılabilen, nimetlerinden istifade ettiğimiz yeryüzüne bakalım. Dağlar, vadiler, ovalar denizler nasıl döşenmiş, nasıl insanoğlunun istifadesi için mamur bir yer haline getirilmiş? Dünyanın sıcaklığı, mevsimlerin dengesi, gece ve gündüzün tertibi nasıl olmuş? Yeryüzünden bir yandan insanların ve hayvanların beslenmesi için türlü nebatlar çıkması nasıl mümkün olmaktadır? Bütün bu ahengin kendi başına gerçekleşmesi mümkün müdür?

‘Tesadüf’ gibi saçma bir kelime ile izah edilebilir mi kainattaki bu nizam bu intizam?

Bunlar kimin eseridir? Yeryüzündeki sudan tutun da bizlere verilen tüm nimetleri kim yaratmıştır? Bunca eser, Müessirsiz olabilir mi? Bu kadar muazzam ve muntazam mahlukat ve işler, mümkündür ki bir yaratıcısız, tek başına kendiliğinden meydana gelebilsin?

Ayetlerin buraya kadar olan kısmının işaret ettiği manayı göz önünde bulunduracak olursak; ahiret hayatı veya haşire dair bir şey duyduğunda bunu inkar edenlere Mevla Teâla büyük bir ikazda bulunmaktadır. Bir hayvandan semaya, dağlardan yeryüzüne kadar her şeyi yaratan Mevla Teala, insan ölüp kemikleri çürüyüp yok olduktan sonra, tekrar diriltmeye kadir değil midir? Yeniden insanı hesaba çekip ahvaline göre cennette mükafata cehennem de azaba gönderemez mi? Bütün bu anlatılanlarla Mevla Teala, bizim ahirette mükafat ve mücazat göreceğimizi bize haber veriyor ve düşünmemizi istiyor.

Makro alemden mikro aleme, bir zerreden, bir katreden ta kürre-i arza, tüm evrenin tek ve mutlak yaratıcısı, mutlak idare edicisi ve sahibi ancak Allah'tır. Öyleyse bize düşen, bunlara bakıp iman etmektir. Hakkı bilip, hakkın hükmüne boyun eğmektir.

“Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin. Sen, onlar üzerinde bir zorba değilsin.” (Ğaşiye, 21-22)

Efendimize "bütün bu öğütlerden sonra insanlar hala idrak etmiyorlarsa, ibret nazarıyla bakmıyorlarsa, ders almıyorlarsa sen onlara vaaz ve nasihat ile öğüt ver. Sen nasihat edensin. Sen ancak bir uyarıcısın. Zorla iman ettirecek değilsin." Buyrulmaktadır.

Bu ayetle, Peygamberimize emredildiği gibi bizlere de Hakkı tavsiye etmemiz ve emri bil maruf yapmamız emredilmektedir. Doğruları misaller vererek, yumuşak ve ikna edici bir lisanla, hilm ile anlatmaktır. Burada işaret edildiğine göre, muhatabımızın kabul edip etmemesi bizim meselemiz değildir.

Ancak Taberi Tefsiri’nde, İbn-i Zeyd'den nakledildiğine göre "Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla savaş. Onlara karşı katı ol." (Tevbe; 73) ayetinin inmesi ile birlikte, bu ayette "onların üzerinde bir zorba değilsin" kısmı neshedilmiş, böylelikle cihad emredildiği gibi emri bil marufa, yani nasihat ve vaaza devam edilmesi gerektiği de beyan buyrulmuştur. (3)

    

"Ancak kim yüz çevirir ve kâfir olursa, Allah ona en büyük azap ile azap edecek" (Ğaşiye; 23/24)

Artık her kim, Kur’an hükümlerinden ve Efendimiz (sav)'in tebliğinden yüz çevirip, inkar edenlerden olursa; O'nun için en büyük bir azap vardır.

Dikkat edilirse kafirler, yani Allah'ın ayetlerini inkar edenler, azapların en büyüğü ile tehdit edilmektedir. Bir diğer deyişle, kafirin muhatap olacağı azap, fasıkın (günahkar Müslüman’ın) göreceği azaptan daha şiddetli olacaktır. Demektir ki Müslümanlardan fasık olanlarının azabı, kafirlerin azabından daha hafif olacaktır.

Allah'ın ayetlerini inkar ederek yüz çevirenler, dünyada aşağılanmakla kalmayıp (cihad sonucu öldürülmeleri, esir edilmeleri, mallarının ganimet sayılması, esir edilmesi, İslam topraklarında yaşarlarsa, cizye ve haraç vermeleri gibi) bir de ahirette de azapların en büyüğüne çarptırılacaklardır.

Şüphesiz ki ahiret azabının yanında, dünyadaki zillet ve aşağılanma sadece bir hiçtir. Nitekim; "Bu suretle Allah, dünya hayatında onlara rezilliği tattırdı. Ahiret azabı daha büyüktür. Keşke bunu bilselerdi" (Zumer, 26) buyrulmuştur.

"Onlar, mutlaka döne dolaşa Bize geleceklerdir. Sonra da mutlaka Bize hesap vereceklerdir.” (Ğaşiye; 25/26)

İnsanoğlu ne kadar kaçmaya çalışırsa çalışsın, ne kadar dünyada kalırsa kalsın, korktuğu başına gelecek ve ölecektir. Kıyametten sonra tekrar diriltilecek ve dünyadayken işlediklerinden ötürü hesaba çekmek de Allah'a aittir. Dünyada işlediklerinden ötürü, Allah kafirleri hesaba çekecek ve azap edecektir.

Notlar: 1- Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihul-Gayb, 23/103-104. 2- Doç. Sezai Küçük , Mesnevi'den Seçme Hikayeler. 3- Taberi, 9/102-103.


GÜLİSTAN ARAŞTIRMA SERVİSİ

Yorumlar

Hiç yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

Yorum Yap

2016 Zümra İlim | All Rights Reversed.
Web Tasarım: Markalize