Hz. Peygamber İslam Büyükleri Tarih Kıssa Kuran'ın Işığında Sahabeden Esintiler
2016-03-23 14:38:24 Yönetici 0 Yorum

KUR’AN’LA ARAMIZDAKİ ENGELLERİ KALDIRALIM

Kur’an öğrenimi ilgili problemlerimiz

Kur’an’a susamışlık...

Bir Kur’an kursu… Genç talebeler, önlerinde Kur’an-ı Kerimler açılmış bir şekilde oturmuş konuşuyor, gülüşüyorlar. Talebelerden biri ise onlardan biraz uzakta oturmuş, neredeyse başını hiç kaldırmadan çalışıyor. Ancak arkadaşlarının gürültüsü onu rahatsız edecek kadar yüksek bir hale gelince dayanamıyor ve onları ikaz ediyor: “Siz ne yapıyorsunuz? Allah’ın kitabı önünüzde duruyor. Bizi Yaratan bize bir kitap göndermiş. Siz onu bırakmış gülüp eğleniyorsunuz.”

Genç hanımlar, Azerbaycan’dan okumaya gelen bu hanımın ikazıyla kendilerini toparlıyorlar. Ama büyük bir ihtimalle, onun gönlünde yanan hasret ateşini tam olarak anlayamıyorlar.
Bana bu Azerî hanımın hikâyesini bir hoca hanım anlatmıştı. Rus bir anneyle Azerî bir babanın kızı olarak dünyaya gelmiş. Küçük yaşta kaza geçirip ayakları kesilince ailesi onu hastanede bırakıp gitmişler. Doktoru onunla ilgilenmiş, büyütmüş; devlet okulunda okutmuş.

Komünist bir devletin yatılı okulunda verilen eğitim nasıl olabilir?
Elbette genç kıza din namına hiçbir şey öğretilmemiş. Aklında kalan tek şey, küçükken babaannesinden duymuş olduğu birkaç cümleden ibaret…

Genç kız, geceleri öğrenci yurdundaki yatağına uzanır ve düşünürmüş: “Bizi bir Yaratan var mı? Eğer varsa o bizi neden yarattı? Neden bize hiçbir şey bildirmiyor? Neden bizimle iletişime geçmiyor?”
Zaman zaman ölmeyi isteyecek kadar bunalıma giren genç kız, ancak üniversiteyi ve yüksek lisansını bitirdikten sonra, Türkiye’den gelen Müslüman hayırseverler vasıtasıyla İslam’dan haberdar olmuş. Ondan sonra da yılların susuzluğuyla dinine, Kur’an öğretimine dört elle sarılmış. Şimdi ülkesine dönmüş ve kendisini Kur’an öğretimine adamış.

Bilmemenin bahanesi kalmadı...

Kur’an’ın varlığından bile habersiz bir genç kız, “Bizi Yaratan, bize bir mesaj göndermeli değil mi?” diye düşünüyorken, biz, Allah’ın kitabını okumaya ne kadar zaman ayırıyoruz?

O, tahsilini, işini gücünü bir yana bırakıp Kur’an öğrenmeye çabalıyor. Biz ise Müslüman bir anne babadan doğduğumuz, semalarında ezanların yankılandığı, başvuran herkese ücretsiz din eğitiminin verildiği bir ülkede yaşıyoruz ama dinimizden habersiziz.

Diyanetin yaptırdığı bir ankete göre, ülkemizdeki her yüz kişiden yirmisi, hayatında hiç eline Kur’an-ı Kerim almamış. Eline Kur’an-ı Kerim almış olan seksen kişinin ise sadece kırk kadarı yüzünden okumayı biliyor. Manasını bilenler ise azın azı…
22 bin kişiyle yapılan ankette böyle bir soru sorulmamış ama eğer sorulsaydı, “İçindeki hükümlerle amel ediyor musunuz?” sorusuna “evet” cevabı verebilenler, daha da az olurdu…

Gerçekten hiç düşünüyor muyuz, bir Müslüman olarak “Kur’an-ı Kerim’in hayatımızdaki yeri nedir?”
Her yıl yaz Kur’an kurslarımızda binlerce çocuğumuza Kur’an öğretimi veriyoruz. Peki, bu çocuklar daha sonra bu öğrendiklerini ilerletiyorlar mı? Yoksa sınav maratonuna girip hayatını kazanma yarışına kapılınca dini eğitimi bir kenara mı koyuyoruz?
Bir televizyon kanalı, sokaktan geçen vatandaşlara mikrofon uzatarak mini bir yoklama yapıyor. Bahsi geçen Diyanet anketinin sorularını yöneltiyor, çoğu Anadolu insanı görünümünde, her yaştan kadınlarımıza, erkeklerimize…

“Hiç Kur’an-ı Kerim’i elinize aldınız mı?” Sorusunun cevabı, genellikle olumlu. Hatta kılık kıyafetinden ummayacağınız kişiler, “Sekiz yaşında hatim indirdim,” diyor. Ama ardından da sonraları ihmal ettiğini, bu yüzden okumayı unuttuğunu itiraf ediyor.
“Yüzünden okuyabiliyor musunuz?” sorusunun “evet” cevabı verenler, tek tük çıkıyor. Bunların ekserisi kendi gayretiyle kursa gidip öğrendiğini anlatıyor. Bir amca, göğsünü gere gere; “Ben elli yaşından sonra kursa gittim, Diyanetin verdiği, ‘yüzünden okuyabilir’ belgesi aldım,” diyor. Hissettiği sevinç her halinden belli oluyor.

Onun bu halinden de anlıyoruz ki insan isteyince, kaç yaşında olursa olsun Kur’an öğrenebiliyor. Öyleyse:
“Ne yapalım, annemiz babamız öğretmedi. Zaten yoksulduk, çalışmak mecburiyetindeydik. Hem bizim köyde kurs filan yoktu ki,” mazeretlerinin arkasına sığınmanın vakti geçti…

Evet, ülkemizde din eğitiminde büyük bir kesiklik yaşandı maalesef… Alfabemiz değişti, Kur’an harflerine yabancılaştık. Kur’ana zıt, batılı bir hayat tarzı telkin edildi. Bu telkine direnmeyelim diye, dine dayalı öz kültürümüz unutturulmak istendi. Evinde Kur’an okutmaktan başka hiçbir suçu (!) olmayan âlimlere, hoca efendilere eziyet edildi… Ama hamdolsun, o günler büyük ölçüde geride kaldı.

Büyük fedakârlıklarla dînî ilimleri muhafaza edip gelecek nesillere aktaran âlimlerimiz sayesinde, din ilimleri unutulmaktan kurtuldu. Bugün, dinini öğrenmek isteyenler en yakın camiye başvurabilir. Kendisine en uygun dini eğitim programını seçmesi için yardımcı olunacaktır.

Eğer yakınınızda Kur’an kursu yoksa 15 kişinin başvurup talepte bulunması halinde, Diyanet size yakın bir camide Kur’an kursu açabilir. Bu kurslara başvurmak için Türk vatandaşı ve ilkokul 5. sınıf mezunu yahut yetişkinse okuryazar olmak yeterli. Kısacası, artık Kur’an-ı Kerim ve ilmihalini öğrenmemenin mazereti kalmamıştır. Ancak halkımızın çoğu bu konudaki haklarını ve imkânlarını bilmemektedir.

Kurs açmak mümkün olmasa bile camilerdeki din görevlilerimiz size uygun saatte ders verebilir. Tanıdığım birçok imam efendi ve hanımı, kendilerine başvuran olursa seve seve Kur’an öğretmeye hazır olduklarını söylemişlerdir. Kendilerinin imkânı olmasa bile cemaat içinden sevap kazanmak için bu vazifeyi üstlenebilecek birisini bulabilirler. Bütün bu imkânların içinde, Allah’ın kitabını okumaktan mahrum kalmanın mazereti ne olabilir?

    


Öğretmek özendirici olmalı

Üstelik halkımızın büyük bir kısmı hiç Kur’an okumayı bilmez de değildir. Ekserisi, yaz kurslarında Elifba’ya çalışmıştır. Hatta pek çoğu Kur’ana geçmiştir. Ancak daha sonra dünya telaşına kapılmış ve üzerinde durmamıştır.
Malum olduğu üzere, Kur’an-ı Kerim’i okumanın zevkine varabilmek için onu, en azından akıcı bir şekilde okuyabilmek gerekir. Harfleri güçlükle tanıyan ve bu yüzden ancak kekeleyerek okuyabilen bir kişi, ilk zamanlar Kur’an-ı Kerim okumaktan zevk alamaz. Bu gayet tabidir.

Hele bir de doğru okumaya çalışırken, hocadan sık sık ikaz alırsa kişi ister istemez gerginlik hisseder. İşte, bu gerginlik hissi, pek çok kişinin Kur’an okumaktan soğumasına sebep olabilmektedir. Kur’an-ı Kerim öğreticilerinin, bu psikolojik durumu göz önüne alınarak, daha yumuşak davranması uygun olur.

Talebenin heyecanlanıp sıkılmasına sebep olacak şekilde gözlerini dikip sık sık: “Dikkat et, yanlış okudun!” “Olmadı, baştan oku!” deyip durmak yanlış olacaktır. Bunun yerine; gülümseyen gözlerle bakmak, başını tasdik edercesine sallayıp: “Maşallah. Ne güzel okuyorsun. Bayağı ilerleme var.” gibi teşvik edici sözler söylemek, çok uygun olur.
Böyle rahatlatıcı bir yüz ifadesi ve yumuşak bir ses tonu, Kur’an talebesinin o rahatsız edici histen kurtulmasını sağlayacak ve sevgi duymasına vesile olacaktır. İkazlar, bu övgüler arasına serpiştirilirse rencide etmez ve nefret ettirmez.
Sahabeden birçok kişilerin rivayet ettiğine göre, Peygamber Efendimizin öğretmenlik üslubu son derece yumuşaktı. O, gerekli ikazları yaparken, hiç kimsenin gönlünü kırmamıştı.

Öğreticilerin eğitimi

Elbette, ülkemizde Kur’an öğreticilerinin eğitimi imkânları da kısıtlıdır. Yakın zamanlara kadar, din eğitimcisinin eğitimi üzerine çok fazla çalışma yapılmamış, onlara yeterince pedagoji, psikoloji dersleri verilmemiştir.
Çünkü din eğitimi, genel eğitimden kopuk olarak, yalnız başına hayatta kalma mücadelesi vermiştir.
Mesela, eğitim fakültelerinde, din derslerinin eğitimi diye bir bölüm yoktur veya yetersizdir. Üniversitelere hâkim zihniyet, daima mevcut din eğitimini dahi ortadan kaldırma arzusunda olduğu için bu alan sahipsiz kalmıştır. Bu yüzden, hâlâ yapılması gereken çok şey vardır.

Dini eğitimden dolayı geri kalmadık

Ülkemizde, Kur’an eğitiminin sorunları alanında araştırma yapılacak olursa daha başka meselelerle de karşılaşılabilir. Mesela, ülkemizin batı tarafında ve büyük şehirlerdeki halkımızın çoğunluğu, dini eğitimi gerekli görmemektedir. Çünkü bu kesimler, dinî eğitimi dünyevi eğitime ve ilerlemeye mani gibi görmektedir. Hatta Osmanlı’nın, medreselerde yalnız din eğitimine önem verdiği için geri kaldığına inanmaktadırlar.
Hâlbuki araştırma yapılacak olursa görülecektir ki Osmanlı’nın gerileme döneminde, yalnız dünyevi eğitim değil, din eğitimi de son derece yetersizdi. Çünkü devletin içinde bulunduğu siyasi-ekonomik zafiyet, bütün eğitim müesseselerini olumsuz etkilemişti.

O döneme ait arşivlerde yapılan araştırmalar göstermektedir ki, halkın çoğu yoksuldu ve çocuklarını eve ekmek getirsin diye çalışmaya gönderiyor, mektebe göndermiyordu. Zenginler ise devlette önemli kademelere gelebilmesi için çocuklarını yurt dışında okumaya gönderiyordu.

Ülkemizde okul açanların bir kısmı ise misyonerlikle bağlantılı Hıristiyan vakıflarıydı.
Zamanın devlet adamları memur alımında, genellikle medrese mezunlarını değil, yabancı eğitim kurumlarından geçen kişileri tercih ediyordu. Bunun sonucunda, din eğitimine rağbet kalmamıştı ve ancak büyük fedakârlıklarla devam ettirilebiliyordu.
Kısacası, dini eğitimin, geri kalma nedeni olduğu görüşünün haklı bir dayanağı yoktur. Aksine, Osmanlı Devleti hem dinî hem dünyevi eğitime önem verebildiği dönemlerde yükselişteydi. Eğitime kaynak ayıramaz hale geldikçe gerileme hızlandı.

     


Modernist anlayış engeli

Kur’an eğitimine olumsuz bakışın bir başka nedeni de şudur. Din eğitimine tamamen karşı olmasalar da bir kesim, geleneksel din eğitimini “ezberci” diye küçük görmektedir. Yani, Kur’an’ı okumayı, tecvide uygun bir şekilde tane tane okumayı ve ezberlemeyi önemsememektedir. Bunlar, Kur’anın modernist anlayışla yazılmış meal ve tefsirlerini okuyarak, yeni bir din eğitimi inşa etmeyi önermektedirler.

Hâlbuki Kur’an’ın ezberlenmesi, peygamberimizin buyruğudur ve anlaşılmasına mani değildir. Esasen geleneksel din eğitimimizde Kur’an-ı Kerim’in manası ihmal edilmezdi. Medrese eğitiminde, yüzünden okuma ve hıfzını tamamlamış talebelere; Arapça, Tefsir ve Hadis dersleri verilmekteydi.

Kur’an’ın manasını ihmal edip yalnız telaffuzuna eğilen Kur’an kursları, Cumhuriyet’ten sonra açıldı. Bu kurslarının açılış maksadı, din eğitiminin uzun zaman yasaklanması sebebiyle, camilerde namaz kıldıracak imam bulunamaz hale gelmesi üzerine, acilen imam ve müezzin gibi Diyanet görevlileri yetiştirmekten ibaretti.

Günümüzde de bu kurslar ancak, bir Müslüman’ın en temel dini bilgileri edinmesini sağlayacak seviyede bilgi vermektedir.
Elbette bu kurslar, din âlimi yetiştirme iddiasında değildir. Âlim yetiştirmek için dinî ilimleri derinlemesine öğreten kurumlara ihtiyaç vardır. Ancak âlim olmayacak olsa bile bir Müslüman’ın hiç değilse hayatından bir yılını olsun ayırıp bu kurslara gitmesi gereklidir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in manasını anlamak ve itaat etmek kadar, onu tekrar tekrar okumak da dinimizin bir icabıdır.
Bir adam Peygamberimize: Yâ Râsûlallah! Allah'ın en çok sevdiği amel hangisidir?” Diye sordu. “Kur'an-ı Kerim'i başından sonuna kadar okuyup hatmedince hemen yeni bir hatime başlamaktır” buyurdular. (Şemu, Sahihi't-Tirmizi, 66)

Tecvid ilmi şart değil

Yine, halkımızın çoğunun aklını karıştıran bir iddia da: “Kur’an’ı mutlaka tecvidle okumak lazım. Eğer harfler doğru telaffuz edilmezse mana değişir, günaha girilir. Tecvidle okumayı öğrenmek ise çok zordur ve uzun bir eğitim gerektirir” şeklindeki zorlaştırıcı düşüncedir.

Bu iddialar, Kur’an okumayı öğrenmek yerine, Türkçe harflerle okuma (!) kolaycılığına kaçanlara karşı dile getirilmiş olmalıdır. Gerçekten de Latin alfabesi, Kur’an-ı Kerim’i doğru ve güzel bir şekilde telaffuz etmeye imkân vermemektedir. Ancak “tecvit ilmini detaylıca öğrenmeden Kur’an okunamaz” diyerek, zorlaştırıcı olmak da doğru olmaz.
Kur’an telaffuzunda “Lahn-ı hafî” denilen hatalar, yani manayı bozmayacak hafif telaffuz hataları günaha girmeye sebep olmaz. En azından Kur’an’a büsbütün sırt çevirmek kadar günah değildir.

Elbette cemaate imamlık yapacak kişilerin, kıraat ilimlerine uzun zaman ayırması icap eder. Ama sade bir Müslüman, tecvid ilminin teorisine uzun uzun zaman ayırmadan, hocasının ağzından doğru telaffuzları taklit ederek kolayca öğrenebilir. Hem Kur’an okuma yolunda ilerleyen kişiler, ufak tefek hataları zamanla düzeltebilirler.

Kur’an Allah ile irtibatımızdır

Esasen, Kur’an-ı Kerim öğrenmeye ne kadar zaman ayrılsa değer. Çünkü Kur’an-ı Kerim, bizim Cenabı Hak ile aramızdaki en önemli bağımızdır. Onu ihmal etmek, Allah (cc) ile kulluk bağımızı ihmal etmek demektir. Ona önem vermek, Allah’ın rızasına önem vermek demektir.

Kur’an’ a değer veren bir kul, Peygamberimizin müjdelediği şefaate nail olacaktır. “Kur'an okuyunuz. Çünkü Kur'an, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir.” (Müslim, Mûsafirin, 252)

Uzun sözün kısası, Kur’an-ı Kerim ve din eğitimi sahasında hâlâ alınacak çok mesafe vardır. Bugün gerek Türkî cumhuriyetler, gerek yoksul İslam ülkeleri, gerekse yeni Müslüman olan dünya halkları, Türkiye halkından din görevlisi ve muallimler istemektedir. Oysa bizim kendi ülkemizin içinde de din eğitimi konusunda hala çözülmemiş problemlerimiz vardır. Öyleyse daha çok çalışmamız gerekmektedir.

Bununla birlikte, “Sizin en hayırlılarınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerdir,” (Buharî, Fezâilü'l-Kur'an; 21) müjdesine nail olmak için gayret gösteren vakıf insanlarımız sayesinde, çok güzel gelişmeler de vardır hamdolsun…
Allah Teâlâ, cümlemizi o müjdeye kavuştursun. (Âmin)


HATİCE KÜBRA ERGİN

Yorumlar

Hiç yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

Yorum Yap

2016 Zümra İlim | All Rights Reversed.
Web Tasarım: Markalize