Güncel Fetvalar İnanç Esasları Temel Dini Bilgiler Namaz Hocası Edep - Adap Faydalı Yazılar Gönül Sohbetleri Dua
2016-03-29 13:21:00 Yönetici 0 Yorum

TASAVVUFUN İSLAMİ DELİLLERİ NELERDİR?

Kur’an ve Hadislerde tasavvuf

Tasavvuftaki uygulamaların Kitap ve Sünnet’teki delilleri nelerdir?

“Tasavvufun ısrarla üzerinde durduğu bâtınî amellerle ilgili ayet-i kerime var mıdır?” diye bir soru gelebilir akla. Evet, açıkça bâtınî niyet ve amellere işaret eden ayet-i kerimeler vardır. Bir kaç örnek vermek gerekirse Allah-u Zülcelâl şöyle buyurmuştur: “Deki, ancak bizim Rabbimiz, bâtınî ve zâhirî olan fevahiş (kötü) davranışları haram kılmıştır.” ( Araf/ 33 ) Diğer bir âyet-i kerimede de: “Zahiri ve bâtınî olan kötülüklere yaklaşmayın.” (En'am, 151) buyurmuştur.

Allah-u Zülcelâl nasıl zâhirî azalarımızla yaptığımız kötü hareketleri haram kılmışsa bâtınî olan; kin tutmak, riya (gösteriş), hased etmek gibi kötü hareketleri de haram kılmıştır.

Her insan manevi olarak kötü olan; gurur, kibir, riya, hased, gıybet gibi hastalıklara müpteladır. Bunların temizlenmesi için de bir mürşid-i kâmilin manevi terbiyesine girmek şarttır.

Bazı insanlar, bu tür hastalıklara müptela oldukları halde, kendilerinin hastalıklarını bilmezler ve tedavi etmek için de herhangi bir çaba göstermezler. Bunlar cehl-i mükerrep (kendilerini âlim olarak gören cahiller) içindedir.

Allah-u Zülcelâl bu cehl-i mükerrep içinde olanlar hakkında şöyle buyurmuştur: “De ki ‘Size, amelleri en çok hüsrana gidenleri haber vereyim mi? Kendilerinin gerçekten sanat yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa gitmiş olanları.” (Kehf; 103-104)

Mürşide intisab

Mürşid-i kâmile intisabın gerekliliği konusuna işaret bir ayet-i kerime şöyledir: “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe, 119)

“Sadıklarla beraber olmak” nefsin temizlenmesi ve güzel sıfatlarla bezenmesi demektir. Zira ancak bu sayede takvada muvaffak olmak mümkündür. Bunu başarabilmek için de bir mürşid-i kâmile intisab etmek ve onların sohbetlerinde bulunmak şarttır. Çünkü sadıklarla beraberlik cismani olarak sohbetle, ruhani (manevi) beraberlik ise rabıta ile olur.

Sadıklarla beraber olmanın ve bir mürşid-i kâmile intisab etmenin faydası ve tesiri; hem ameli olarak zahire iktida etmesiyle, ameliyle mürşide uymasıyla hem de ruhi olarak mürşidin kişiye tesir etmesiyle meydana gelmektedir.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ashabını bu usul üzere adablandırmıştır. Manevi eğitimlerini bu şekilde tamamlamıştır. Mürşid-i kâmiller de Efendimize dayanan bir silsile yoluyla günümüze kadar gelmişlerdir. Yani, ondan bu eğitimi alan sahabeler de kendilerinden sonrakileri yetiştirmiş ve olgunluğu bir önceki Üstad tarafından tasdik olunan zat da sonraki gelenleri eğitmiştir.

İşte bu sebeple, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in gerçek manada varisleri olan mürşid-i kâmillere intisab etmek ve onlardan istifade etmeye çalışmak, son derece faydalı ve gereklidir.

İyilerle beraber olmak

Peygamber Efendimiz (s.a.v) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “İyi kişilerle ve kötü kişilerle oturup kalkmanın misali, misk kokusu satan kimse ve demircilerin misali gibidir. Bir kimse misk satan birisi ile beraber olduğu zaman, misk satan kişi cömertlik yaparak miskinden bir miktar arkadaşına verecektir, ya da arkadaşı bir miktar satın alacaktır. Almasa dahi o miskin kokusu üstüne siner. Demircilik yapanla arkadaş olduğu zamansa ya elbisesi onun ateşinden yanacak veya üstü kirlenecek yada onun pis kokusu üzerine sinecektir.” (Sahihi Buhari; Zebh)

İşte, iyi kişilerle oturmak, misk satan kimsenin yanında oturmak gibidir. İyi kişilerle oturduğun zaman ya sana sohbet eder yada sen ondan sorup öğrenirsin. Yahut onlarla beraber olduğun için Allah-u Zülcelâl'in rahmeti, senin üzerine de gelir ve muhakkak menfaat sağlarsın.

Kötü kişilerle beraber olduğun zaman ise ya sana kötü bir amel yaptırır ya ondan kötü bir âhlak öğrenirsin. Yahut Allah-u Zülcelâl'in gazabı onların üzerine geldiği için sana da gazap ilişir ve dünya ve ahiretine zarar verir. Kumarcının yanında bulunan kumarcı olur, hırsızın yanında bulunan hırsız.

Hz. Ömer (r.a.)'den rivayet edilen bir hadis-i serifte de Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Zülcelâl'in bazı kulları vardır. Onlar ne peygamberdir ne de şehittirler. Fakat peygamberler ve şehitler onlara verilen makam dolayısıyla gıpta edip imrenirler.”

Ashab-ı Kiram: “Ya Resulallah! Onlar kimdir” diye sordular? Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdu ki: “Onlar (aralarında) neseb ve akrabalık olmadığı, mal alış-verişi olmadığı halde, birbirlerini Allah için sevenlerdir. Onların yüzü nurdur, nur üzerindedirler. İnsanların korktukları günde onlara korku yoktur. İnsanların hüzünlü oldukları günde onlar mahzun da olmazlar.” (Ebu Davut,) Daha sonra şu âyet-i kerimeyi okudu: “Dikkat edin! Allah'ın veli kulları için korku yoktur. Mahzun da olmazlar.” (Yunus, 62)

Yine bu konuda, Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Muhakkak size; Allah'a ve son güne ümit besleyip de Allah'ı çokça ananlar için Allah'ın Rasulünde pek güzel bir örnek vardır.” (Ahzap; 2l )

    


Bu âyet-i kerimede Allah-u Zülcelâl, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'e tabi olmayı ve ona ittiba etmeyi Ashab-ı Kiram'a öğretmektedir. Nasıl Asr-ı Saadet'te Peygamber Efendimize (s.a.v) iktida edip tabi olunmuş ise aynı şekilde O'nun varislerinin yanında olup onlara uymak suretiyle, Allah-u Zülcelâl'e yönelmek icab etmektedir. Allah-u Zülcelâl'in işareti ve emri bu yöndedir.

Bundan dolayı hakiki varislerle beraber olmak, sohbetlerine devam etmek ve irşadları altına girmek şarttır. Böylelikle imanımız kuvvetlendiği gibi, emraz-i kalbiye (kalbi hastalıklar) ve nefsimizin kusurları kaybolmaya yüz tutarak, güzel sıfatlarla bezenmeye başlarız.

Okumakla olmaz

Bütün bunlardan sonra ortaya çıkan şudur. Nefsi tezkiye etmek ayrı bir şeydir, Kur'an okumak ayrı bir şeydir. Nasıl bir kimse tıp kitaplarını okuyup öğrenmekle kendi hastalığını tedavi edemiyor da mutlaka bir doktora ihtiyaç duyuyor ve de o doktorun vereceği ilaç ve perhizleri uygulaması gerekiyorsa; kalbî hastalıklar da bir manevî dokturun vereceği ilaç ve perhizleri uygulayarak, yapmış olduğu tavsiyeleri tutarak, kendini tedavi edip hastalıklardan temizlenebilir.

Yine, bir başka ayet-i kerimede: “Kıyamet gününde, dostlar birbirine düşmandır. Ancak muttaki (Allah dostları, onların dostları) kullar müstesnadır.” (Zuhruf, 67) Buyurulmuştur. Demek ki onların dostlukları, kıyamette de devam etmektedir.

Aklı olan herkes, şuurlu bir şekilde düşündüğü zaman, Allah-u Zülcelâl'in dostları ile beraber olmayı, onlarla sohbet etmeyi ve mü'min kardeşleriyle yardımlaşmanın faydalı olduğunu itiraf edip bunun Allah-u Zülcelâl'e ulaşmak ve rızasına nail olmak için şart olduğunu kabul edecektir.

Ashabın manevi tedavisi

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Ashab-ı Kiram’ı sadece zâhirî bilgi vermek yoluyla değil, aynı zamanda onların manevi hastalıklarıyla bizzat ilgilenerek, çeşitli tavsiyelerde bulunarak ve manevi tedavi usulünü kullanarak yetiştirmiştir. Bu duruma bir kaç örnek verebiliriz.

Ubeyb bin Ka'b şöyle buyurmuştur: “Bir gün camide bulunduğum bir sırada adamın biri geldi ve Kur'an okudu. Ben onun okumasını beğenmedim. Başka bir adam gelerek, yine Kur'an okudu. Onun kıraatı önceki adamın kıraatı gibi değildi. Namazlarımızı bitirdikten sonra, hepimiz Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) yanına gittik.

Ben dedim ki: “Ya Resûlallah! Bu Kur'an okudu, ben onun okumasını beğenmedim. Bu da okudu daha çok beğendim. Peygamber Efendimiz (s.a.v) ikisine de Kur'an okuyun buyurdu. Onlar Kur'an okudular, ikisinin kıraatını da güzel buldu. O zaman nefsime, önce okuyan kişinin okuması yanlış geldi. Cahiliye buğzu kalbime geldi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) (eliyle) kalbime vurdu ve bende şiddetli bir terleme oldu. Sanki Allah-u Zülcelâl'in tecelliyatını görüyor gibi oldum ve o düşünce benden gitti.” ( Muslim; fi Beyan'il Kur'an.)

Görüldüğü gibi Ashab-ı Kiram zâhiri ilimle kendilerini tedavi edemiyorlardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v) doktorluğundan istifade etmek, eczanesinden ilaç alıp kullanmak suretiyle kendilerini tedavi edebiliyorlardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in ashabının kalbine vurması, O'nun manevi tasarrufudur. Allah-u Zülcelâl âyet-i kerimede: “O'dur, ümmiler içinde kendilerinden olup onlara ayetlerini okuyan, onları temize çıkarıp parlatan, onlara kitap ve hikmet öğreten...” (Cuma; 2) buyurmuştur.

Kalbî Ameller

Allah-u Zülcelâl nasıl zâhirî azalarımızla yaptığımız kötü hareketleri haram kılmışsa bâtınî olan; kin tutmak, riya (gösteriş) da bulunmak, hased etmek gibi kötü hareketleri de haram kılmıştır. Öyle ise bu bâtınî olan kötü sıfatları da izale etme çabasına girmemiz gerekir. Bunun yegâne yolu da şânı büyük olan tasavvuf yoluna girmektir.

Tarih ve fıkıh âlimi, İbn-i Haldun (r.aleyh) şöyle demiştir: “İhlâs ilmini okumak; ucub, riya, hased gibi manevi hastalıkları bilmek ve bunlardan muhafaza olmaya çalışmak, farz-ı ayndır (her müslümana farzdır). İnsanın nefsi için her birisi birer afet olan kibir, gazap, cimrilik, ihanet gibi hastalıkları bilmek ve kendini bunlardan muhafaza etmek de farz-ı ayndır.”

Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan, cennete giremez.” (Muslim; Kitab'ul İman ) buyurmuştur.

Tüm bunlardan sonra, bizim için en önemli görev, kendimizi bu kabih (çirkin) hastalıklardan temizleyip halis bir kalble Allah-u Zülcelâl’e yönelmektir. Bu da ancak tasavvuf ile mümkündür.

Sonuç olarak, tasavvufun aslı; Kur'an ve Sünnet yolunda yürümektir. Tasavvuf üstadlarının tarif ettiği yoldan, ne olursa olsun ayrılmamaktır. Bidatleri, boş arzuları, nefsanî istekleri terk etmektir. Hürmet gösterilmesi gereken mübarek zatlara ve diğer mahlûkata karşı saygıda kusur etmemektir.

Kaynak: Seyda Muhammed Konyevî; “Hanefi ve Şafii Mezheplerine Göre Günümüz Meselelerine Fetvalar”, “Adab” ve “Tasavvuf” adlı eserler, Reyhanî Yayınları.


GÜLİSTAN

Yorumlar

Hiç yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

Yorum Yap

2016 Zümra İlim | All Rights Reversed.
Web Tasarım: Markalize