Güncel Fetvalar İnanç Esasları Temel Dini Bilgiler Namaz Hocası Edep - Adap Faydalı Yazılar Gönül Sohbetleri Dua
2016-03-29 16:12:12 Yönetici 0 Yorum

MUCİZE VE DİĞER HARİKULADE HALLER

Mucize nedir?

İnsanların kendilerini tanıtabilmeleri için taşımağa mecbur oldukları kimlikleri vardır. Bir talebenin trende, otobüste tanınması için, tasdikli kimlik kartları bulunur. Bu kartlar olmadığı takdirde talebe için tanınmış olan indirimden faydalanamaz. Bir okuldan mezun olan öğrenci, kendini çalışacağı müesseselerde tanıtabilmek için okuldan bir diploma alır. Bu diploma bulunmadığı zaman, kendisine o müessesede çalışma hakkı tanınmaz.

İşte, mucizeler de böyledir. Peygamberlerin peygamberlik şahadetnamesidir. Allah tarafından tasdikli olarak kendilerine verilmiş, istenildiği zaman, haber verdikleri, tabii olmayan, harikulâde bir hâdise onların eliyle, biiznillah meydana getirilir.

Veya karşılarında, ona inanabilmek için kendilerine göre asla olmayacak zannettikleri bir olay istenilir de derhal istenen oluverir. Meselâ, bir hayvanın konuşması, bir ağacın yürüyerek gelip peygamberimiz karşısında onun peygamberliğini ikrar etmesi, taşların, ağaçların selâm vermesi, ayın ortadan ikiye ayrılması ya da İsa aleyhisselamın, Allah’ın izniyle ölüleri diriltip hastaları iyileştirmesi gibi.

Mucize: Peygamberin, peygamberliğini ispat etmek üzere, evvelce haber verdiği veya karşı tarafın tam istediği şekilde meydana getirilen harikulâde, fevkalade hadiselerdir.

“Allah-u Zülcelal, onunla; inkârcıları, bir benzerini getirmekten aciz bırakır; peygamber olarak seçtiği zâtı tasdik eder, peygamberlik iddiasının doğruluğunu ispat etmek için onda âdetler üstü hârika bir şey gösterir. İşte bu, onun peygamberliğini ispat eden bir delil, yani bir mucizedir.

Bir harika olan mucizenin iki ana özelliği vardır. Bunlardan biri; meydan okumak diğeri, inkârcıları aciz bırakmaktır.

Allah-u Teâlâ, insanlara emir ve nehiylerini bildirmek için yine onların arasından bazı özel kimseleri seçmiş, onlara vahiyle emirlerini bildirmiş ve onların peygamber olduklarının bir delili olarak da onlara mucizeler verip desteklemiştir.

Ehl-i Sünnet âlimleri, mucizeyi, keramet gibi diğer harikalardan ayıran unsur ve şartları dikkate alarak, çeşitli ifadelerle tarif etmişlerdir.

Bunlardan en uygun ve açık olanı şöyledir; Mucize; Peygamberlik iddiasında bulunan ve inkârcılara meydan okuyan zâtın, bu iddiasının doğruluğunu tasdik etmek için, Hak Teâlâ'nın, onun vasıtasıyla izhar ettiği ve onları bir benzerini (mislini) yapmaktan âciz bırakan, tabiat kanunları ve âdetler üstü harikulâde bir hadisedir.

Mucizenin özellikleri

1. Mucizenin gayesi, sadece peygamberin peygamber olduğunu ispat etmektir. Mucizenin gösterilmesiyle istenilen şey budur. Bir defa peygamberlik ispat edildikten, Allah tarafından vazifelendirilmiş olduğu ve O’nun gönderdiği ahkâmın tebliğ edileceği anlatıldıktan sonra, mesele kalmamış demektir. Peygamberlerin, hayatları boyunca çektikleri en büyük meşakkat bu ilk merhaledir.

2. Mucize, peygamber vasıtasıyla, peygamberin evvelce haber verdiği şekilde aynen vaki olur. Yahut karşı taraftan istenildiği takdirde, onların istedikleri şartlara uygun olarak meydana gelir. İstenilenin veya peygamber tarafından haber verilenin aksine olarak vuku bulmaz.

Peygamber olmadığı halde peygamberlik iddiasıyla ortaya atılan mütenebbiler (peygamberlik iddiasında bulunan kimseler), bazen bir mucize göstermeğe kalkarlar. Fakat Allah Teâlâ onların istediklerinin tam aksini yaratmak suretiyle, onların yalanlarını meydana çıkarır. Mesela, Peygamber Efendimizin döneminde ortaya çıkan sahtekâr Müseylime, suyu az olan bir kuyunun “Suyunu çoğaltacağım” diye iddia ederek kuyuya tükürmüş, fakat kuyu tamamen kurumuştur.

3. Mucize, gösterildiği zamana göre, o zamandaki insanların çalışmakla yapamayacakları üstünlükte olur. Öyle ki, peygamber tarafından, gösterildiği mucizenin benzerini meydana getirdikleri takdirde, davasından vazgeçeceği bildirildiği halde, karşı tarafın bu istenileni yapmaları mümkün olmaz. Peygamberin, Allah'ın izniyle bu meydan okuyuşuna tehaddî (meydan okuma) denir.

4. Mucizeler, karşı tarafı susturacak, düşünce sahibi akıllı bir kimseyi ikna edecek derecede kuvvetli olur. Şayet gösterilen mucize, alelâde hâdiseler olsaydı, davet edilenlerin iman etmemekte mazeretli olmaları gerekirdi. Mucize mutlaka karşısındakini ikna edecek, (bunu olsa olsa bir peygamber yapabilir) dedirtecek kudrette gösterilmiştir.

5. Mucize, daha ziyade, peygamberlerin yaşadığı devirlerde en çok rağbet edilen sahalarda olur. Şayet böyle olmasa, davet edilenlerin dikkati çekilemezdi. Peygamberle, mucizeyle ve onun davetiyle ilgilenilmezdi.

Hazreti Musa'nın asasının büyük yılana çevrilmesi, elini koynuna sokup çıkarınca nurlar saçması gibi mucizeler, o devirde pek rağbette olan sihirbazlıkla alâkalıdır. Hazreti İsa devrinde doktorluğun revaçta olması sebebiyle ona da hastaları iyi etmek, dilsiz ve kekemeleri konuşturmak, ölüleri diriltmek vb. gibi mucizeler verilmişti.

Peygamberimiz zamanında da edebiyatın ilerlemesi neticesi olarak, bütün edebiyatçılara pes dedirten Kur'ân-ı Kerîm verilmiştir. Ki tüm ilimlere, fikirlere ve sanatlara kaynaktır.

6. Mucizenin peygamberle alâkası, sadece onun elinde vaki olmasıdır. Onu hakikatte meydana getiren Allah-u Teâlâ'dır.

Peygamber, mucize göstermek için en küçük bir meşakkat, yorgunluk çekmediği gibi, onun uğraşıp didinmesine, sihirbazlar gibi türlü zahmetler çekmesine, mucize gösterebilmek için maddî bir ön hazırlık yapmasına lüzum yoktur.

O, Hind fakirleri gibi uzun süren riyazata, seneler harcayıp hünerler öğrenmeğe mecbur ve muhtaç değildir. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem misali, aya ikiye bölünmesi için parmağıyla işaret etmesi, yağmurun yağması için Rabbine dua etmesi, denizin yarılması veya taşın ortasından suların fışkırması için asasıyla dokunması kâfidir.

Harikulade haller ve hâdiseler

Harikulâde, olağanüstü, tabiî kanunlardan bağımsız olarak gerçekleşen hâdiselerdir. Bunların en büyüğü ve tesirlisi mucizedir. Mucize ise sadece peygamberlerde zuhur eder. Mucize harici peygamber olmayan insanlarda gerçekleşen harikuladelikleri şöyle sıralayabilir:

İrhas

Peygamberlikten evvel veya sonra, peygamberin bir davası ve meydan okuması olmaksızın meydana gelen hallerdir. Peygamberimize taşların, ağaçların selâm vermesi, yaslanarak hutbe okuduğu bir ağaç kütüğünün, ayrılık sebebiyle inlemesi ve bindiği hayvanların aslında tembel ve inatçı olsalar bile uysallaşıp itaat etmeleri gibi.

Peygamberimizin çocukluğunda sütannesinin evinde bereketin artması, sütannesinin memelerinden sadece birini emmesi, dedesi Abdu'l-Muttalib ile çıktığı bir yağmur duasında, eliyle işaret eder etmez bulutların kümelenip yağmurun yağması gibi haller “irhas” kabilinden sayılan şeylerdir.

Keramet

Allah'ın veli kullarından, yine bir nübüvvet davası veya velilik iddiası olmaksızın vaki olan harikulade haldir. Kur'an-ı Kerim'de zikredilen Süleyman aleyhisselam zamanında Belkıs’ın tahtının getirilmesi gibi. Getiren, Süleyman aleyhisselamın veziri Asaf b. Berhiya idi. Ve o İlim verilmiş, Allah’ın salih bir kuluydu.

Hazret-i Meryem' in bulunduğu mihraba Zekeriyya aleyhisselamın her girişinde yiyecek inmiş olarak görmesi, Hz. Ömer radıyallahu anhunun, Nihavend muharebesi yapılırken Medine'de hutbe okuduğu sırada, onların halini görerek dağa çekilmelerini emretmesi, âlimlerce keramet kısmından sayılmıştır.

Hz. Ali diyor ki: “Bir gün Resulü Ekrem'le birlikte Mekke dışına çıktım. Yolda, her dağ ve her ağaç, Resulü Ekrem'e selâm veriyor, bunlardan her birinin ‘Esselamu aleyke ya Resulellah’ dediğini açıkça duyuyordum.”

Hazret-i Cabir de diyor ki: “Ey insanlar, sizler mucizeleri korkunç bir şey telâkki ediyorsunuz. Hâlbuki biz, mucizeleri nimet sayarız. Biz yemekleri yerken, onların Allah'ı tesbih ettiğini duyardık.”

Bu iki hâdise, Hazret-ı Ali ve Cabir b. Abdullah efendilerimiz için birer keramet, Resulü Ekrem Efendimiz için de irhas ve mucizedir.
Keramet, aslında o velinin tâbi olduğu peygamberin mucizelerinden bir şube sayılır. Aslında veli için, Peygambere tabii olmadan, o makama yükselmesi ve keramete nail olması mümkün değildir.

Keramet veli olmanın şartı değildir. Yani, her peygambere mucize lâzımdır. Fakat her veliye keramet lâzım değildir. Ömrü boyunca hiç kerameti görülmeyen velilerin bulunması caizdir. Esasında veli olan, veliliğini ispat etmek mecburiyetinde de değildir.

Meunet

Meunet, amelleri ve ahlâkı güzel olan bazı mümin salih kullarda, bir iddiaya dayanmaksızın zuhur eden olağanüstü hallerdir. Bazı müminlerin büyük sıkıntı ve musibetlerden, hiç beklenmedik bir şekilde kurtulması, kolaylıkla maişet tedarik edilmesi, büyük bir tehlikenin kolayca atlatılması gibi haller, yüce Allah'ın bu kullara lütuf ve ihsanıdır. Bu hâdiseler, onlar hakkında güzel zan beslenmesine sebep olur.

Firaset

Evliya olmayan müminlerden meydana gelen harika olaylara denir. İmâm-ı Tirmizî ve İmâm-ı Taberânî'nin (r. aleyhimâ) kitaplarında geçen bir hadîs-i şerîfte; “Müminin firâsetinden korkunuz. Zîrâ o, Allah'ın nûru ile bakar.” buyrulmuştur. Hâce Abdullah Ensârî'nin beyânına göre, firâset iki türlüdür. Birincisi, mârifet sâhiplerinin (Allah’ı tanıyanların) firâseti olup talebenin kâbiliyetini keşf etmek, anlamak, Allah'ın evliyâsını tanımaktır. İkincisi, riyâzet (nefsin istediklerini yapmamak) çeken, açlıkla nefislerini parlatanların firâseti olup mahlûklara âit gizli şeyleri bilmektir. Kıymetli olan, mârifet sâhiplerinin, Allah adamlarının firâsetine inanıp bağlanmaktır.

Şâh Şücâ Kirmânî harama bakmaktan gözünü muhâfaza edenin, kendini nefsin arzularına kapılmaktan koruyanın, sünnete uyarak zâhirini, dışını süsleyenin, helâl lokma yemeyi alışkanlık edinenin firâseti şaşmaz demiştir.

İmâm-ı Rabbânî, firâset, sâlih kimseleri temyiz ve teşhis etmek, bulup ayırmaktır demiş; Seyyid Abdülhakîm Arvâsî ise firâsetin, îmân kuvvetinden doğduğunu kimin îmânı daha kuvvetli ise firâsetinin o nisbette keskin, şiddetli, isâbetli ve doğru olduğunu belirtmiştir.

İstidrac

Fasık (açıktan günah işleyen ve ısrar eden kimseden) veya kâfir olan bir kimsenin isteğine uygun olarak gerçekleşen harikulâde hallerdir. Bu gibi haller, onların kemaline, yollarının doğru, kendilerinin istikamet üzere olduklarına delâlet etmez. Bu haller, onların lehine olmaktan ziyade aleyhlerinedir. Azan, fakat azgınlıkta devama azimli olan kimseye, belirli bir müddet için tanınmış bir haktır. Ki derece derece cehenneme yuvarlansın. Fakat evvelce de söylediğimiz gibi, Allah-u Teâlâ bu gibileri azgınlıklarının son bulduğu, tam kendilerine iyice güvendikleri zaman rezil ve perişan ediverir.

Bunların kerametten farkı, birinin Resulullah’ın sünnetine sımsıkı bağlı, bidatlerden daima kaçan, her halinde Allah’ın rızasını gözeten kâmil bir müminde zuhur etmesi, diğerinin ise bir kâfir veya günaha dadanmış, sünnet-i seniyyeden uzak yaşamakla kalmamış ondan yüz çevirmiş, bidate dalmış bir kimsede görülmesidir.

İhanet

Hızlan da denilir. Bir fasıktan yahut kâfirden, isteğinin tersi olarak gerçekleşen harikulâde hale verilen isimdir. İhanet ismi verilen bu hâdise ile o kâfir veya fasığın davasında yalancı olduğu ortaya çıkartılır. Olacak dediği olmaz veya dediğinin tam tersi gerçekleşir.


D. ENES AHMEDOĞLU

Yorumlar

Hiç yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın.

Yorum Yap

2016 Zümra İlim | All Rights Reversed.
Web Tasarım: Markalize